* Yunanistan’ın düştüğü malî bunalımdan çıkış için AB’ninönerdiği yollar basına yansıdıkça Osmanlı’nın çöküş yıllarında, Avrupa’nın askerî ve ekonomik bakımdan güçlü devletlerinin teklifleri akla geliyor.. Yine Avrupalı devletler tarafından uygulanan, kaynaklarını tükettirme politikaları sonucunda Osmanlı’nın aldığı borçlar çare olamadıktan başka, faizleri de ödenemez hale gelmişti.. Anlaşılan Yunanistan, AB kaynaklarından aldığı malî destekleri veya yardımları, Yunan halkının gerçek refahını sağlayacak yatırımlara değil de, gündelik hayatını güzelleştirmeye harcamış. Nitekim, Başbakan Yorgo Papandreu asıl sorunun rüşvet ve yolsuzluk olduğunu açıkladı.. Ama anlaşılan, bu yolsuzluklar devlet katında yapılmış; meselâ, Yunanistan AB kaynaklarını, kurallara uygun olmayan bir şekilde dağıtmış, Yunanistan kırsal alan üretimleriyle ilgili alacağı yardımlar hususunda AB’yi aldatarak, uydu vasıtasıyla yapılan ölçümleri, zeytinliklere plâstik ağaçlar yerleştirerek yanıltmış!!. Şimdi bu yanlış, haksız ödemeler için AB, Yunanistan’dan 132.4 milyon euro’yu geri istiyormuş…(Türkiye’de de, bir şeyler hatırlatıyor mu? Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tarım ve hayvancılığı geliştirmek için 1983-1984’lerde verilen kredilerin ölü yatırıma dönüşüp, İstanbul’a transfer olup, yeni zenginler yarattığı hatırlanıyor mu? O zenginlerden bugün hiçbiri kalmadı sanıyorum… Ama, o zamanlar bunların adı reform idi.. Bunlar ne zaman oldu? Rahmetli yöneticilerin adını zikretsek, hemen siyaseten tarafgirlik damarları kabarır ama……. Kendi memleketini ve devletini bu kadar hoyrat yöneten (!) ülke var mı acaba diye düşünüyor insan..)

* AB’nin çekirdek devletlerinden olan Almanya’nın bazı siyasî çevreleri ve basını Yunanistan’a, Akropolis’i ve bazı Yunan adalarını satmalarını öneriyor; Almanya’nın iktidardaki Hristiyan Demokrat Birlik Partisi ve koalisyon ortağı Hür Demokrat Partisi’nin bazı üyeleri, Alman Hükûmeti Bakan’larından Josef Schlarmann Yunanistan’ın iflasın eşiğine geldiğini, iflas edenin herşeyini paraya çevirmek zorunda olduğunu belirterek, Ege denizindeki bazı adaları satması önerisinde bulunuyorlar.. Hatta, adaların satışı konusunda Almanya’da mevcut bir pazarın bulunduğunu belirtiyorlar.. Haberlere göre, Hamburg’daki “Vladi Private Islands” adlı şirket, şimdiden adalardan biri için 45 milyon euro teklif ediyor. Bütün bu sözlerin ve önerilerin muhatabı durumunda olan Yunan Dışişleri Bakanı Yardımcısı Dimitris Droutsas, Alman Bakanların bu açıklamaları karşısında, “Böyle bir zamanda bu öneriler hiç uygun değil.” gibi nazik (!) bir cevapla tepki gösteriyor..

* Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’nun Almanya’ya gittiği gün, bizim basınımızda yer alan bir açık mektup da (6 Mart 2010), ibret vericidir; “Açık Mektup”, “Bild Gazetesi Editörleri” imzasıyla yayımlanmıştı ve Yunanlılar’a, daha çok çalışmalarını tavsiye ediyor, rüşvetin yaygınlığından şikayet ediyor, AB fonlarından alınan milyarlarca euro’nun nasıl dolandırılmış olduğundan yakınıyordu. Bu arada ise, Yunanistan Hükûmeti bütçe açığını kapatmak için paket üstüne paket açıklıyor; tabiî bu paketler tasarruf ve zam içeriyor..; ödeneklerden %12 kesinti gibi, Emekli Maaşları’nın 2010’da dondurulması, akaryakıt fiatlarına 3 ile 8 sent arasında bir zam, alkollü içeceklere, sigaraya, lüks harcamalara zam gibi.. Bu kemer sıkma tedbirlerini de, sosyal bir bunalım ve protestolar izliyor; tedbirler paketinin, “halkı yoksulluktan sefalete götüreceği”ni belirten çalışanlar, “Bütçe açığına zenginlerin neden olduğunu ve onların yerine bedeli kendilerinin ödemeyeceğini” belirterek, protestolarının süreceğini duyurdular; bu doğru olabilir.. Çünkü, bizdeki krizlerin aşılmasında uygulanan paketlerin sonunda da, zenginler daha zengin, fakirler daha fakir oldu….

* Alman Bild gazetesinin malûm mektubu Yunan Başbakanı Yorgo Papandreu’yu kızdırıyor ve Yunan gazetelerini de öfkelendiriyor ama, Rusya’nın en zengin iş adamlarından biri olan Mihail Prohorov, derin bir malî ve ekonomik bunalım yaşayan ve iflâsın eşiğinde görülen Yunanistan’ı “satın almayı” öneriyor; şaka yollu da olsa, 45 yaşındaki bu dolar milyarderi Yunanistan’ı satın alırsak Olimpiyatlar’ın anavatanı da bizim olmuş olur diyor.. Bir taraftan da Fransa, herhalde iyi polis rolünde, Yunanistan’a yardım edileceğini ifede eden demeçler veriyor.. Ama, bir süre sonra Fransa’nın yardımsever görünmesinin içyüzü açığa çıkıyor; meğer ki, Yunanistan’ın iflastan kurtarılması plânına öncülük etmesi beklenen Fransa, Atina’ya savaş gemisi ve uçak almayı şart koşmakta imiş.. Almanya da benzer bir tutum içinde; daha fazla borçlandırarak, borç krizinden kurtarma? Haberlere göre, bazı Yunan yetkililerinin, Reuters’a yaptıkları açıklamalarda Fransa’nın ve Almanya’nın, krizi, silâh satışı gerçekleştirmek için baskı unsuru olarak kullandıkları yolunda açıklamaları yer aldı.. Bu hususta Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’nun bir danışmanı, “Kimse, “savaş gemilerimizi alın yoksa iflâs etmenize izin veririz’ demiyor.. Ancak silâh alırsak daha çok destek verecekleri çok açık.” diyor (Milliyet, 24 Mart 2010, s:8)..

Yunanistan’a, Fransa 6 firkateyn, 15 helikopter ile 40 kadar Rafale savaş uçağı, Almanya da ThyssenKrupp marka bir dizel denizaltı satmak istiyorlar; gülünecek gibi ama, bu hususta Yunan Savunma Bakan Yardımcısı Panos Beglitis, denizaltıyı 300 milyon euro’ya alıp, 350 milyon euro’ya satacaklarını, böylece kâr edecekleri yolunda beyanat veriyor.. Bir taraftan da, bankalardaki paralarının krız sebebiyle vergilendirilmesinden korkan ve Yunan ekonomisinin geleceğinden endişe eden Yunanlılar’ın paralarını yurtdışına kaçırdıkları bildiriliyor: “Yunan basınında, 2009’un son aylarında başlayan “kaçış furyası” çerçevesinde, bankalardaki hesaplardan çekilerek yurt dışına götürülen miktarın yaklaşık 10 milyar euro olduğu belirtildi.”

Bu arada en akıllı sözü Yunanistan Ana Muhalefet Partisi Başkanı Andonis Samaras söylüyor: “ Biz kendi kendimizi kurtarmazsak, bizi kimsenin kurtarmaya niyeti yok..”

* Yunanistan’ın yaşadığı kriz, AB içinde karşılaşılacak bu tip sorunlarda, vaktiyle-kuruluş aşamasında bir çare düşünülmediğini gösteriyor; krizin, AB’nin çekirdek-zengin devletlerinin kişisel–parasal yardımlarıyla çözüleceği düşünülmüş.. Ama, bu devletler bu yükü kişisel olarak yüklenmek istemiyorlar; hatta, Almanya Başbakanı Angela Merkel, kurallara uymayan ülkeyi “Euro Bölgesi”nden çıkarmaya imkân verecek yeni düzenlemeler istiyor… Haklı olarak kamu oyları de tepki gösteriyor.. Başbakan Papandreu ise, bir ülkeyi Euro Bölgesi’nden atmanın aynı zamanda, birlik için de başarısızlık demek olacağını söyledi.. Önceleri IMF ile görüşmeyi düşünmediklerini söyleyen Başbakan Papandreu, AB Malîye Bakanları Toplantısı’ndan bie netice elde edemeyince IMF ile görüşebileceklerini ifade etmeye başladı; AB kaynakları da, “IMF mantıklı olur.” demeye başladılar; Yunanistan’ı, uluslararası kapitalizmin sofrasına mı atacaklar acaba? Bu bağlamda, bir “Avrupa Para Fonu” kurulması tartışılıyor.. Böylece, AB’nin bütün ortakları bunalımdan payına düşeni hissedecek. Malûm ifade, bütün üyeler ellerini taşın altına koyacak.. Bu konu ve Avrupa Para Fonu’nun kurulması, Avrupa’yı ABD’nin parasal çekim-kontrol alanından çıkarır mı? Eğer öyleyse de, kurulabilir mi? Yani açık-seçik böyle bir kurumlaşmaya ABD onay verir mi?

* Yunanistan’ın krizden kurtarılması için, 25-26 Mart’ta Brüksel’de toplanacak “Avrupa Birliği Zirvesi”, yeni bir havuç olarak ümit verirken, en dürüst ve acıklı konuşmayı, son noktaya bir adım uzaktayız diyerek Yorgo Papandreu yaptı..

* Mart ayının her gün değişen iç ve dış gündeminde Yunanistan meselesine dikkat çekmemizin iki nedeni var; birincisi, Osmanlı borçlanmaları sırasında ve Duyûn-ı Umumîye yönetiminde Osmanlı Devleti’nin, Batı’nın güçlü devletleri karşısında ne kadar çaresiz ve acınacak hâle düşmüş olduğunu iyi anlamak.. İkincisi de, bugün ve bundan sonrasında iyi yönetilemeyen Türkiye’nin bir kriz anında nelere muhatap olabileceğini şimdiden düşünmek ve o hallere düşmemek.. Aslında bunun için Türk devletinin ve milletinin toplumsal- zihinsel veri tabanında yeterince malûmat var..