Wednesday, October 29, 2014

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN “ARMA”SI MESELESİ


 Aslında Türk devletinin bir arması olması gerektiği fikri haklı bir düşünce; Cumhuriyetin ilân edildiği günlerde de buna ihtiyaç hissedilmişti. Osmanlı döneminde, uzun yıllar bayrak alâmeti de muallakta kalmıştı. 19. yüzyıldan itibaren uluslararası münasebetlerin artması ölçüsünde resmî ziyaretler yapılmaya başlanmış, milleti ve devleti temsilen ulusal bir alâmetin ve bir millî marşın gerekliliği ortaya çıkmıştı. Bu hususlarda Osmanlı dönemine ait ilginç hikâyeler vardır.
Millî marş meselesi İstiklâl Savaşı yıllarında , bayrak meselesi de Cumhuriyet döne- minde kurallara bağlı olarak çözümlenmişti. Hatta bir devlet arması tespiti çalışmaları bile yapılmıştı.
Medya haberlerinden anlaşıldığına göre, Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu ve 30 arkadaşının teşebbüsüyle hazırlanan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Resmî Armasının Belirlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”nın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Grup Başkanlığı’na sunulduğu anlaşılmaktadır.(1)  Tasarı, uygun görülürse Meclis Başkanlığı’na sunularak yasalaşma yoluna gidilecek.
Dünyadaki devletler arasında sadece Türkiye Cumhuriyeti ve Dominik Cumhuriyeti'nin devlet arması olmadığı ileri sürülmektedir; böyle bir girişimle yarım kalmış bir işin tamamlanması da gerçekleşecektir. 
“Arma” meselesine gelince; devleti temsil eden sancağın üzerine, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren, devrin padişahının tuğrasının işlendiği görülmekte idi; bu geleneğin haricinde, Osmanlılar’da bir devlet arması geleneğinin olmadığı ifade edilmiştir. Hatta, klâsik “Osmanlı Arması” olarak bilinen armanın, İngiltere Kraliçesi Victoria’nın XIX. yüzyılda arma tasarımı yaptırarak, Sultan Abdülmecid’e hediye ettiği iddia edilmiştir.
 Arma fikrinin Osmanlı ile Rusya arasındaki Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında ortaya çıktığı, bu dönemde İngiltere’nin Osmanlı ile yakın ilişkiler kurmaya çalıştığı, Fransa’nın Sultan Abdülmecid’e verdiği “Legion” nişanının İngiltere’yi harekete geçirdiği, İngiltere Kraliçesi Victoria’nın, Fransa’nın verdiği nişana karşılık Kasım 1856′da “Dizbağı Nişanı”nı Osmanlı Sultanı’na sunduğu, fakat geleneğe göre bu nişanı alan devlet adamlarının devlet armalarının asılması gerektiği, fakat Osmanlılar’ın böyle bir devlet arması bulunmadığından Kraliçe’nin bir İngiliz tasarımcısına bu armayı yaptırarak Sultan’a nişan ile beraber gönderdiği ileri sürülmektedir.(2)
Bununla beraber, padişahların her birine mahsus mühürlerin kullanıldığı, bu mühürlerin millî bayrağın üzerinde de işlendiği görülmektedir; bu mühürleri, bir çeşit devlet araması olarak kabul etmek de mümkündür.



        

 Sultan Abdulmecid dönemi devlet arması



     

 Sultan II. Mahmud dönemi devlet arması



     

 Sultan II. Abdulhamid dönemi devlet arması

 Gerçi, çeşitli Osmanlı armaları da görülmektedir. Bu örneklere bakarak, padişahların her birinin dönemlerinde çeşitli çizimlerle veya ilâvelerle bir takım simgelerin kullanıldığı kabul edilebilir..
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da, devlet arması meselesinin gündeme geldiği anlaşılmaktadır. Nasıl ki, bayrak veya sancak meselesinde, padişahların devirlerine göre, hatta büyük kumandanların kendilerine mahsus taşıdıkları bayrak ve sancak çeşitliliğine bir yasa ile son verilerek ay-yıldızlı albayrağın kabul edilmesi gibi, devlet arması meselesinin de böyle kesin bir şekle kavuşturulması düşünülmüş olmalıdır.
Atatürk, yaveri Mustafa Kılıç’ın Enver Behnan Şapolyo’ya ifade ettiğine göre “Gökbayrak”ı yeni devletin bayrağı olarak kabul etmeyi düşünmüştü. Bu hususu, III. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’a da soran Enver Behnan Şapolyo şu cevabı almıştı: “ Atatürk, Cumhuriyet’in resmî bayrağını “Gökbayrak” olarak kabul etmeyi düşünmüştü. Fakat, bu hususta hiç bir neşriyat yapılmadığından bu bayrağı kabul etmediler.” (3)

 

 III. Selim’in mühürü

 

 IV. Mehmet için yaptırılan kalitanın baş tarafındaki güneş ve ay-yıldız

   
 II. Mahmut tarafından bastırılan madalyanın bir yüzü 


 Afet İnan, her ne kadar, bozkurtlu semboller için Atatürk’ün, “Bunlardan hiç birisi, bu günkü dünyamızın içinde kurulan yeni bir devletin arması olamaz. Devlet arması sembolik bir insan başı olarak temsil edilmeli.” dediğini iddia ediyorsa da (4) , bugün pek çok devletin bayrağında mitolojik hayvanların resimleri olduktan başka, yine Atatürk zamanında basılan pul ve paralarda ve heykellerde bozkurt motifinin kullanıldığı görülmektedir. Yine bu dönemde yapılan devlet arması yarışmasını kazanan eserde de bozkurt motifi bulunmakta idi.

Ancak, Antalya’daki bir antikacıda bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk gayrı resmî madalyası olduğu ileri sürülen bir pirinç madalya ele geçmiştir; Misak-ı Millî’nin anısına bastırıldığı anlaşılan, 40 mm. çapında ve 14 gram ağırlığındaki bu madalyanın ön yüzünde “Zafer 1339” yazarken arka yüzünde “Misak-ı Millî” yazmakta ve Türkiye Cumhuriyeti’nin arması olduğu ileri sürülen bir arma da bulunmaktadır.(5)


Misak-ı Millî anısına 1923 yılında bastırılan madalya ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk arması olduğu ileri sürülen arma 
                                (http://www.trthaber.com/haber/yasam/tesadufen-antikacida-bulundu-58386.html) 

1926 yılında ise, Maarif Vekâleti tarafından bir “Türkiye Arması” yarışmasının açıldığı görülür: Cumhuriyet döneminde, bir “Türkiye Arması” tespit ihtiyacı, 22 Aralık 1339 (1923) tarihinde İcra Vekilleri Heyeti’nin ufaklık para darp edilmesi ve bu paralar üzerinde yeni Türk devletini temsil edecek sembollerin belirlenmesi zaruretinden doğmuştu. Bu hususla ilgili görüşmeler sırasında İstanbul Milletvekili Yusuf Akçura, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin armasının tespitini ve bu arma ile paraların basılmasını teklif etmişti.(6)

 Yusuf Akçura’nın teklifi Kanun-ı Esasi Encümeni’ne havale edilmiş ve armanın belirlenmesi uzun zaman alacağından, Encümen tarafından, paraların basılmasına geçilmesi, arma için de sanatkârlar arasında bir yarışma açılması tavsiye edilmiştir. Neticede, 9 Eylül 1341 (1925) tarih ve 2465 sayılı Vekiller Heyeti kararıyla Maarif Vekâleti tarafından bir yarışma açılarak armanın tespit edilmesi kararlaştırılmıştır. Belirlenen yarışma şartlarında, ay ve yıldız olmak şartıyla Türk tarihinden simgelerin kullanılabileceği belirtilmiştir. Derece alan eserlere verilecek para ödülleri de belirlenmişti.
30 Haziran 1926 tarihinde başvurular sona ermiş ve Seçici Heyet gönderilen eserlerden üçünü ayırarak, bu eser sahiplerine bir ay zaman verilmiş ve eserlerinde bazı değişiklikler yapmaları istenmiştir. Sonunda, bu eserlerden Namık İsmail Bey’e ait olanı birinci seçilmiştir.
 Yarışmayı kazanan “Türkiye Arması”nın merkezinde, üzerinde ay ve yıldız bulunan zemini kırmızı renkli bir kalkan yer alıyordu; kalkan, kuvvet ve sebatı ve vatan savunmasını temsil ediyordu.. Kalkandaki ay-yıldızın altında bir kurt resmi bulumakta idi; ay-yıldız yeni Türk devletinin millî sembolü, kurt da “Oğuz Menkıbesi”ni ve Oğuz Han’a yol gösteren millî iradeyi temsil ediyordu; kurdun ayakları altındaki kısa mızrak (harbe) ise, en eski Türk silâhlarından idi. Kalkanın altında ise, “İstiklâl Madalyası” bulunmaktaydı. Madalya ve üzerindeki, Arap harfleriyle “T.C” simgeleri, “Türkiye Cumhuriyeti”ni vurgulamaktadır. Kalkanın etrafındaki başak ve meşe yaprakları da bereket ve kudreti sembolize ediyordu. Türk milletinin çağdaşlaşma ve yükselme ideali ise, meşale ile ifadelendirilmişti. Arma hakkında açılan yarışma, yarışmanın sonuçları ve kazanan armanın yukarıda yer verdiğimiz açıklamaları ve armanın renkli resmi, Maarif Vekâleti’nin yayımlamış olduğu “Hayat” mecmuasında da çıkmıştı.(7)


 Türkiye Cumhuriyeti Arması(1927) 

 Arma, resimlendirme bağlamında eleştirilmiş ve kurt, başak, meşale ve meşe yaprağı gibi simgelerin çok cansız çizilmiş olduğu ileri sürülmüştür; diğer eleştiri noktası da, “T.C” hatları üzerine olmuş ve bu hat “çirkin” olarak vasıflandırılmıştır.(8)

 Yeni “Türkiye Arması”nın, kullanılması amacıyla, Rize Milletvekili Ekrem Bey tarafından, “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bulunan bilumum mebaniî resmîye ve millîye üzerindeki tuğra ve methiyelerin kaldırılarak, yerine Cumhuriyet Armasiyle Cumhuriyet’in kabul tarihinin hakk ettirilmesine dair” kanun teklifi verilmiştir; teklif 13 Nisan 1927 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanmış, tartışmalar sırasında ortaya çıkan bir takım sorunların çözümü için, teklif tekrar Maarif Encümeni’ne gönderilmiştir.(9)  Maarif Encümeni’nin değiştirme teklifleri yasalaşarak resmî binalarda, Osmanlı saltanatını temsil için konmuş tuğra, arma ve kitâbelerin kaldırılması veya üzerinin usulünce örtülmesi kabul edilmekle beraber, “müsabaka sonucu belirlenen armanın, Cumhuriyet arması olarak benimsenmesi kabul edilmiş değildir. Gerçekte simge, hiçbir zaman kanunlaşamayacak ve Devlet’in resmî simgesi haline dönüşemeyecektir.”(10)
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sitesinde de, hâlen kullanılmakta olan “Cumhurbaşkanlığı Forsu” ve “Cumhurbaşkanlığı Arması” hakkında şu bilgiler verilmektedir : “Cumhurbaşkanlığı Forsu pek çok anlam, motif ve değeri bünyesinde barındırmakta; yüzlerce yılın birikimini, tarihteki Türk topluluklarını, dolayısıyla Türk birliğini ve Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etmektedir. Forsun boyutları 30x30 cm’dir. Türk Bayrağı üzerine “Cumhurbaşkanlığı Arması” işlenmiştir. Ay yıldız olmaksızın ya da Türk Bayrağı üzerine işlenmeksizin yalnızca güneş ve çevresindeki 16 yıldızdan oluşan bölüme “Cumhurbaşkanlığı Arması” denilmektedir. Armanın ortasında güneş, bunun çevresinde ise 16 yıldız bulunmaktadır. Güneş sonsuzluğu ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni, 16 yıldız ise tarihteki bağımsız 16 büyük Türk Devletini simgelemektedir. Bunlardan, Osmanlı İmparatorluğu’nun 20 milyon kilometrekare, Büyük Hun ve Göktürk İmparatorluklarının 18 milyon kilometrekare, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun ise 10 milyon kilometrekare yüzölçümüne ulaştığı çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Piri Reis Haritası dâhil, haritalarda yer alan pusulalarda 16 ayrı yönü gösteren uçlar bulunur. Türklerin bu simgelere verdikleri değer Türk Mitolojisi’ndeki örneklerden de anlaşılmaktadır. Oğuz Destanı’nda yaratılış ve kökeni ile ilgili olarak “Oğuz Han’ın ışıkla gelen altun kazılık kız ile evliliğinden Gün, Ay ve Yıldız isimli oğulları doğmuştur” denilmektedir. İlk Türk toplulukları zamanındaki inanca göre dünya kozmik suların ortasında dört yöne çevrilmiş, dört ya da sekiz köşeli bir yüzey olarak düşünülüyordu. Gök yerin üzerinde duran kubbe idi ve 28 dilime ayrılıyordu. Her dilimde bir yıldız grubu vardı. Gök kubbenin tepesindeki kutup yıldızı Gök Tanrı’nın makamıydı. Bunun tam altında yerin merkezindeki dağda imparatorun köşkü ve sarayı vardı. Bu sarayın doğusunda ve batısındaki dağlar ise güneş ve ayın makamıydı. Güneş ve ayın ortasında duran kimse parlaklığın en üst aşamasında olup, Kün-ay sembolüne sahipti. Dolayısıyla hükümdarlık rumuzuydu. Güneş ve ay rumuzları hükümdarların elbiselerine ve mezarlarına da resmedilirdi. Hunlar ve Göktürkler döneminde güneş genellikle alplik ve hükümdarlık rumuzu olarak görülmüştür ve aydan daha önemlidir. Uygurlara gelindiğinde ise, Ön Asya kökenli dinlerin de etkisiyle ay’ın daha fazla önem kazandığı görülmektedir. Uygurlar, Mani ve Buda dinlerini benimsedikten sonra Gök Tengri’ye, “Ay Tengri” demeye başlamışlardır. “...Ay Tanrı’da kut bulmuş ...” sözünden de anlaşılacağı üzere Uygur hükümdarları, Ay Tanrı’nın kut vermesiyle hükümdar olduklarına inanıyorlardı. Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular, Harzemşahlar, Anadolu Selçukluları ve sonra kurulan kimi küçük devletlerin meskûkâtında da hilâl ve yıldız sembolü görülmektedir. Örneğin, Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey sikkelerinde hilâl ve yıldızı kullanmıştır. Yine Anadolu Selçukluları sikkelerinde de hilâl ve yıldıza çok sık rastlanır. Osmanlılar ise, bu sembolleri bayrak (sancak) ve forslarında kullanmışlardır. Topkapı Sarayı Müzesi silah salonunda 10165 numarada kayıtlı, 400x245 cm boyutlarındaki sancağın ortasında bir zülfikar işlenmiştir. Zülfikarın ortasında 8 münhani (eğri) daire, zülfikarın kabzesi altında iki tarafa kıvrılmış yılan başları vardır. Uçkurluğa yakın olan yerde hilâl ortasında 16 şualı (ışınlı) bir yıldız ve güneş rumuzu vardır. Yine Topkapı Sarayı’nda 824 numarada kayıtlı 400x250 cm. boyutlarında ve alemindeki yazıdan Yavuz Sultan Selim’e ilişkin olduğu anlaşılan sancakta da benzer motifler yer almaktadır. Sancağın tam ortasına bir zülfikar ve zülfikarın ortasına Allah ve etrafına sekiz tane “Ya Burhan” ifadesi girift (girişik) olarak yazılmıştır. Zülfikarın kabzesi altında iki tarafa kıvrılmış yılan başları ve kabzesi üzerinde hilal ve yıldız vardır. Sancağın uçkurluk kısmının sağ ve sol taraflarında büyük kıt’ada üçer hilal, hilâllerin ortasında 16 şualı yıldız vardır. Bunlardan başka daha küçük kıt’ada 16 daire ve içinde 16 şualı güneş ve yıldız motifine yer verilmiştir. Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi güneş, yıldız ve ay çok eski dönemlerden beri Türkler tarafından kutsal sayılmış; devlet-ulus tümlüğünü, bağımsızlık düşüncesini, ulusun ve devletin egemenliğini temsil eden bayraklarda simge olarak kullanılmıştır.



 (http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanligi/fors/) 
 Atatürk’ün, 1922’de İzmir’e girerken otomobiline çekili Flâma (Anıtkabir Müzesi’nde bulunmaktadır.)


 1922 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından saltanatla birlikte, saltanata özgü bayrak da kaldırılmıştır. Abdülmecid’in bir buçuk yıl süren halifeliği sırasında yeşil zemin, ortasında kırmızı bir daire ve bu dairenin çevresinde beyaz ışınların bulunduğu bir fors yapılmıştır. Bu fors da, 3 Mart 1924’te hilafet ile birlikte kaldırılmış; ancak, imparatorluk dönemindeki bayrak korunmuştur 1922 tarihli bir fotoğrafta, İzmir’e giderken Atatürk’ün otomobiline bugünkü Cumhurbaşkanlığı Forsu’na benzer bir flamanın takıldığı görülmektedir. Ancak bu fotoğrafın dışında, “Cumhurbaşkanlığı Forsu”nun bugünkü biçimiyle ilk kez hangi dayanağa bağlı olarak ve hangi gerekçelerle kabul edildiği ve kullanılmaya başlanıldığına ilişkin resmî bir kayıt ve belge saptanamamıştır.” İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş tarafından yayımlanan “Bahriye Ressamı Hüsnü Tengüz’ün Hatıraları” adlı esere göre, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nun Hüsnü Tengüz tarafından tasarlandığı ve dikimevinde dikilerek flâma hâline getirildiği anlaşılmaktadır; anılara göre, “Cumhuriyet`in ilk yıllarında, Atatürk bir devlet başkanını ağırlayacaktır. Resmî törenler için her şey hazırdır. Ancak bir ayrıntı son anda fark edilir; konuk devletin görevlileri devlet başkanlarını temsil eden bir flâma hazırlamışlardır. Bizde buna mukabil bir sembol olmadığı ve ne yapılacağı Atatürk’e sorulur. Atatürk'ün talimatıyla Askeri Dikimevi’ne benzeri bir flâmanın hazırlanması emredilir. İstanbul’daki Askeri Dikimevi komutanı çaresiz ne yapacağını düşünürken, Bahriye Matbaası'nın duayen ressamına müracaat edilir. Nitekim Hüsnü Bey ertesi güne kadar müsaade isteyerek, ortasında güneş ve bu güneşin etrafında 16 yıldız bulunan tasarımı hazırlayarak Dikimevi’ne gönderir. Atatürk`ün beğenisini kazanan bu tasarım ve flama gereken yerlere asılır ve dikimevi komutanı ödüllendirilir. Ancak, forsu tasarlayan ressam unutulmuştur. Sonraki yıllarda forsu kendisinin tasarladığıyla ilgili bir girişimde bulunmak ister; ancak bu defa da "para ve şöhret peşinde koşuyor" denmesinden çekinerek bu arzusundan vazgeçer….. Bahriye ressamı Hüsnü Tengüz'ün tasarladığı ve 1978'e kadar kullanılan Cumhurbaşkanlığı Forsu'nda güneşten çıkan ışınların sayısı 20 iken, 18 Şubat 1978'de getirilen yeni bir düzenleme ile ışın sayısı 16’ya düşürülür. Güneş sonsuzluğu, yıldızlar 16 büyük Türk devletini temsil ediyor…. Cumhurbaşkanlığı arması altın sarısı renkteki 16 ışınlı güneş ve güneşin çevresindeki 16 yıldızdan oluşmaktadır. Armanın anlamı hakkında iki farklı yorum vardır. İlk yoruma göre armanın ortasında yer alan güneş Mustafa Kemal Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." sözünü destekler nitelikte sonsuzluğu ve Türkiye'yi, 16 yıldız ise tarih boyunca kurulan 16 büyük Türk devletini sembolize etmektedir. Bu görüş resmî makamlarca da kabul görmüştür. Bir diğer yorum ise güneşin etrafındaki 16 yıldızdan 9'unun Eski Türklerin sancaklarında kullandığı 9 tuğu, 7 yıldızın ise Anadolu Türklerinin sancaklarında kullandıkları 7 tuğu temsil ettiğidir.” (12)


 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Forsu’nun ilk hâli



 Türkiye Cumhuriyeti “Cumhurbaşkanlığı Forsu” 

 Ayrıca, yayımlanacak olan “Cumhurbaşkanlığı Sanat Koleksiyonu” kitabında Hüsnü Tengüz’ün (13)  anılarına yer verilerek, ressama iade-i itibar yapılacağı da belirtilmiştir. Ancak bu hatıranın, Cumhurbaşkanlığı sitesindeki bilgilerle uyuşmadı da görülmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde ise, Çankaya Köşkü’nde konuk devlet başkanlarının karşılanmaları esnasında atlı tören kıtasının kullanılmasına başlanmıştır; bu uygulamada, konuk devlet başkanını taşıyan makam aracına, Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi’ne girişinden itibaren tören alanına kadar Kara Harb Okulu Atlı Birliği’ne bağlı süvariler eşlik etmektedir. Atlar, Türk Bayrağı ve konuk ülkenin bayrağının yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda yer verilen, tarihteki bağımsız 16 büyük Türk devletinin bayraklarını da taşımaktadırlar.(14)



Letonya Cumhurbaşkanı Andris Berzins’in, atlı tören birliği tarafından Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi’ne girerken karşılanışı (17 Nisan 2014)

(http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/89116/kara-kuvvetleri-suvari-birligi-cankaya-koskundeki-resmi-karsilama-torenlerinde.html) 




[2] http://www.arastiralim.com/2009/03/page/4; bu husustaki bilgilere, sanat tarihçisi Dr. Selman Can’ın araştırmalarına atıf yapılarak çeşitli basın ve on-line haberlerinde yer verilmiştir.
[3] E. Behnan Şapolyo, Atatürk ve Bayrak, Türk Kültürü, C:IX, s:31
[4] A.g.m, s:32
[5] http://www.trthaber.com/haber/yasam/tesadufen-antikacida-bulundu-58386.html
[6]Işıl Çakan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Armasının Belirlenmesi Çabaları, Toplumsal Tarih, Sayı:82 (Ekim 2000), s.4-10.
[7] Hayat, 6 Kânunsâni 1927, C:I, S:6, s:9
[8] Işıl Çakan, a.g.m.
[9] Işıl Çakan, a.g.m.
[10] A.g.m.
[11] http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanligi/fors/
[12] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2014/08/12/cumhurbaskanligi-forsunu-1-gunde-tasarladi?paging=6
[13] Bahriye Kolağası Ahmet Efendi'nin oğlu olarak 30 Ocak 1876'da Cibali'de doğan Hüseyin Hüsnü Tengüz,  12 Temmuz 1892’de Teğmen rütbesiyle ilk olarak  Fethiye Kalyonu’nda görev almış, 1894 yılında Erkânı Harbiye Dairesi’ne tayin edilmiş ve burada yazıdan çok resim ve haritalarla ilgilenmiştir.  Deniz resimlerine ilgisinin, Ertuğrul Fırkateyni’nde şehit olan çarkçı subayı dayısının resimlerinden kaynaklandığı belirtilmektedir;   Erkan-ı Harbiye-i Bahriye'de yeteneklerinin fark edilmesi üzerine Sanayi-i Nefise Mektebi'nde 3 yıl eğitim görmüştür.  Çevresi tarafından  "Bahriyeli" ya da , "Katip" lakabıyla da bilinmektedir. 1908-1909'da Mahmut Şevket Paşa tarafından Askeri Müze Komisyonu'na, 3 Mayıs 1910'da ressam olarak Bahriye Müzesi'ne, 28 Mayıs 1914'te Bahriye Matbaası ressamlığına atanmıştır. Bahriye Matbaasından 1917'de, Kıdemli Yüzbaşı rütbesiyle  emekli olduktan sonra da, 1948’e kadar da sivil olarak ressamlık yapmıştır. 1950 yılında vefat eden H. Hüsnü Tengüz’ün mezarı Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’ndadır. H. Hüsnü Tengüz, ayrıca, ney ve keman çalardı ve İngilizce, Arapça ve Farsça bilmekteydi 
[14]http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/89116/kara-kuvvetleri-suvari-birligi-cankaya-koskundeki-resmi-karsilama-torenlerinde.html