Wednesday, December 19, 2018

KAZAKİSTAN- ÖZBEKİSTAN NOTLARI I

Kazakistan’ın Çimkent şehrindeki Miras Üniversitesi’nin ev sahipliğinde yapılan 16. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi ve kongre sonrasında yapılan ziyaretlerbizim için bir bilim gezisi oldu.
4 Eylül günü başlayacak olan kongre için 2 Eylül 2018 günü 01.50’de yola çıkmamız gerekiyordu. Böylece 3 Eylül günü, yerel saatin de 3 saat ileri olduğunu düşünerek Çimkent’te olacak idik. Ancak havayolu seyahatimiz aktarmalı olmak zorunda kalmıştı. Bu bakımdan 2/3 Eylül gecesi hayli uzun oldu: 01.50’de hareket edecek olan SCAT havayollarının uçağına zamanında alındık ama hava trafiği yoğunluğu nedeniyle, kalkış için 45 dakika bekledik. Çimkent’te, Aktau üzerinde aktarmalı gidiyorduk. İki saatlik rahat bir yolculuktan sonra Hazar kıyısındaki Aktau’a vardık. Uçağın pek temiz ve lüks olduğunu söyleyemem ama uçuş rahattı.

AKTAU (Akdağ) Kazakistan’ın, Hazar Denizi'nin doğu kıyısında bulunan bir şehridir. Mangyshlak (Mangışlak) Yarımadası'nda yer alır ve Mangystau Bölgesi'nin başkentidir. 1964’ten 1991'e kadar şehir “Shevchenko” adıyla biliniyordu; bu ad, bölgeye sürgün edilen Ukraynalı şairin adından ötürü verilmişti. Şehrin, aslında petrol endüstrisinin işçileri için bir kamp olarak plânlanmış olduğu belirtilmektedir.
Aktau’a vardığımızda gün doğuyordu. Küçük bir havaalanı, ufak ve dar bir hizmet binası, kısa bir bagaj alım alanı. Buradan yaklaşık 1 saat sonra Çimkent’e uçacağız.

Zamanında uçağa alınarak Çimkent’e hareket ettik. Çimkent’e vardığımızda ise yerel saat 12.30 idi; Türkiye ile 3 saatlik bir fark var. İstanbul’dan ayrıldığımızdan bu yana uçak yolculuğu yapıyorduk ve bütün gece uyumamıştık. Çimkent ya da Şimkent, eski adıyla Çernyayev Kazakistandaki çok nüfuslu bölgelerden olup Kazakistan'ın Güney Kazakistan Eyaleti'nin merkezidir; şimdi bu eyaletin adı “Türkistan Eyaleti” olarak değiştirilmiştir.

 Çimkent, 1 milyon civarındaki nüfusuyla Kazakistan'da Almatı ve Astana'dan sonra en büyük 3. kenttir ve ülkenin önemli metropollerindendir. Türkistan-Sibirya Demiryolu kavşağında bulunan kentte ayrıca “Çimkent Uluslararası Havaalanı” da bulunmaktadır. Çimkent12. yüzyılda İpek Yolu üzerindeki Sayram kentinin 10 km. doğusunda kurulmuştur; önce Hokand Hanlığı'na bağlı bir bölge iken, 1810'da Buhara Hanlığı'na 1864'te de Rus İmparatorluğu'na bağlı bir il olmuştur. 1914'te Çernyayev olarak adlandırılmıştır.1924'te ise “Çimkent” adını almış ve o tarihten itibaren bu adı kullanmaktadır. Çimkent adı iki sözcükten türemiştir. Çim (yerde yeşeren otlar) ve kent (şehir merkezi) ten türemiştir. Kazakça ve Özbekçe'deki şive farklılığından dolayı kent Çimkent ve Şimkent olarak da adlandırılır.
İlk iş olarak otelimiz, “Canvas Hotel”e geldik ve bir dinlenme molasından sonra akşam yemeği için “ Türkistan Restoran”a hareket ettik.

Türkistan Restoran, şehrin merkezî bir yerinde; güzel inşa edilmiş ve döşenmiş. Nazik bir karşılama ile masalarımıza yöneldik.


Yemeğe daha başlamadan çay servisi geldi; Yeşil Çay, yemek sırasında su yerine de içiliyor. “Somsa”, değişik bir yemek, içli köfte gibi. Yalnız içinde ince kuşbaşı et ve soğan var. Üçgen bir hamurun içine bu malzeme konarak ekmek tandırında pişiriliyor. Son derece doyurucu. “Nar taneli süzme” ise bildiğimiz süzme yoğurt ama faklı bir aparatla şekil verilmiş olarak ve üzerine nar taneleri konarak servis edilmiş. “Çorba”, “Piyale” denilen genişçe bir kâsede sunuluyor. İçinde mahallî sebzeler ve et var. Son derece yağlı ve yemek gibi bir çorba. Ayrıca “asorti” denilen karışık ızgara et yemeği tabağı,  galiba çapı 3-4 cm. olan “mumbar” (kuzu olmadığı muhakkak, at olabilir?) ve etli asma yaprağı ve beyaz lâhana sarması. Arkasından bir tatlı; meyveli, kremalı bir tatlı. Ama çoğu yerde tatlı yerine bolca dondurma servisi de yapılmıştı.

Akşam yemeğinden otelimize dönerken, gündüz ancak otobüsle geçerken gördüğümüz El Nahyan Camii’ni gezdik. Yerli mimari şekil korunmakla beraber tuğla değil de taş malzeme kullanılmış.

A-      “16. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ”
Çeşitli adlarla fakat genel olarak “Küreselleşme” adıyla tanımlanan yaşadığımız bu dönem toplumlar arasındaki zaman ve mekân fikrini de değiştirmiştir. Bu hâl toplumlar arasındaki iletişimi ve etkileşimi artırmaktadır. Gereken teknolojiye ve parasal imkânlara sahip ülkeler bu alanda da önderliği ele alarak “model cemiyet” algısı yaratmaktadırlar. İşte bu yeni dünya şartlarında Türklük algısı çok büyük önem kazanmaktadır. Artık Türk halkı da anlamalıdır ki, Türkler Türkiye’de yaşayanlardan ibaret değildir. Bu hususta Türkiye yöneticilerine yöneltecek pek çok sual ve eleştiri olmakla beraber artık ileriye bakmak zamanıdır. Balkanlar’dan Çin Seddi’ne kadar olan coğrafyada milyonlarca Türk halkları yaşamaktadır; her ne kadar kendilerine Kazak, Özbek, Türkmen, Kırgız vs. diyorsa da aynı dili konuştuklarını, aynı örf ve âdetleri sürdüklerini, ırklarının bir, soylarının bir, dillerinin bir, dinlerinin bir, yaşam tarzlarının bir olduklarını kendileri de görmektedirler. Onların nazarında Türkiye’nin ve Türkiye Türklerinin müstesna yerini de kongre ve gezi vesilesiyle bizler de gözlemlemiş bulunmaktayız.
Türk Dünyası'nı oluşturan ülke ve toplulukların özgür ve demokratik toplumlar olarak gelişmesi ve ekonomik bakımdan kalkınmaları dünya barışına da katkıda bulunacaktır. İşte bu çerçevede Ortak bilimsel kongre ve sempozyumların başta ekonomi, yönetim, kültür ve eğitim gibi sahalar olmak üzere birçok alanda iletişim ve işbirliği süreçlerinin de başlangıcı olacağı düşünülmektedir. Bu anlamda üniversiteler arası yapılan bu faaliyet hacmini aşarak kurulan irtibatlar ve iletişim köprüleri sayesinde başta yerel yönetimler ve bürokrasi olmak üzere ticaret ve sivil toplum gibi alanlarda da yeni işbirliği sahaları oluşturmaktadır. İşbirliği platformlarındaki bilimsel çalışmalar gelişme, sınır aşan sorunlara yönelik çözümler üretme, siyasî ve kültürel yakınlaşmayı arttırma, yeni ortaklıkların tesisi noktasında önemli rol oynayacaktır.”
Rektör Prof. Dr. Bolat Mirzayev’in konuşmasından sonra Türkistan Eyaleti Valisi ve Kazakistan’ın eski Türkiye Büyükelçisi Prof. Dr. Janseyit Tüymebayev,  Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Közhan Yazgan, TÜRKSOY adına Genel Sekreter Prof. Düsen Kaseinov konuşmalar yaptılar.

Kongre oturumları Ankara, Astana Aşkabat, Bakü, Bişkek ve Taşkent salonlarında, uzaktan sunumlar ise Lefkoşa salonlarında yapıldı; görüldüğü gibi salonların adları Türk devletlerinin adlarıyla adlandırılmıştı; bu güzel bir jest idi. Ben de hem sunumumu hem de oturum başkanlığını Ankara Salonu’nda 10.30-12.30 arasında yapmış bulundum.
Ankara Salonu’ndan bir görüntü ve ilk oturuma katılanlar ile toplu fotoğraf

Ankara Salonun’daki sunumlar sırasında yardımcı olan Kazak öğrenci Enver ile bir özçekim ve salondaki öğrencilerle birlikte
Açılış Oturumu’ndan sonra Miras Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bolat Mirzayev ile birlikte
Üniversitenin verdiği akşam yemeği; yemek salonundan bir görünüş

Kongre’nin ilk günü olan 4 Eylül akşamı Miras Üniversitesi’nin misafirleri olarak güzel bir akşam yemeğinde ağırlandık; mekân harika bir yer, sofralar zengin ve çeşit bol, yine baş yemek somsa ve illâ ki “Beşparmak”; özellikle at etinden yapılan bu yemek etler uzun süre haşlanarak yapılıyormuş. Sonra bu haşlanmış et suyuna açılmış hamur yufkalar atılıyor. Bu yufkalar piştikten sonra etin altına döşeniyor ve üstüne tepeleme et konuyor Yemeğin içinde yine pişmiş patetes ve havuç bulunmakta. Küçük ekmek aralarına yine at etinden kuru et, sucuk vs. konarak yeniyor. Deve sütü ve kımız içiliyor. İçki de bol....
Akşam verilecek yemek için hazırlıklar; büyük kazanda pilav pişiyor ve diğer tarafta etler ayıklanıyor. Tabiî bu arada bol fotoğraf çekiyoruz.
Yemek masamızdan görüntüler
“Yeşil çay” başköşede; yemekten önce, yemek arasında, yemekten sonra
“Somsa”; içi etli hamurlu bir yiyecek. Tandırda pişiyor. 
“Beşparmak” ve “Etli pilâv”
Yemek esnasında sunulan dans gösterileri ve müzik
Yemek sonrasında Türk Dünyasının çeşitli ülkelerinden katılan rektör ve vakıf başkanlarına hediye kaftanları giydirilirken; karşılıklı hediyeleşme geleneği ne kadar güzel.

5 Eylül günü oturumlar devam etti. Toplamda 181 tebliğ programda yer almıştı. Fakat bu akademisyenlerin bir kısmı gelememişler; gelmeyenlerin bir kısmı ise sunumlarını Lefkoşa salonunda uzaktan erişim ile gerçekleştirdiler.
(Devamı var)

KAZAKİSTAN-ÖZBEKİSTAN NOTLARI –II



          5 Eylül günü, İstanbul’dan gelen arkadaşlar sunumlarını yaptıkları için sabah oturumlarına katılmayıp Türkistan Eyaletine (Kazakistan) ve Türkistan Eyaleti’nin başkenti Türkistan kentine geçerek Ahmet Yesevî Türbesi’ni ziyaret yolculuğuna çıktık; burada şehirlerin girişlerinde fotoğrafta görüldüğü gibi büyük ve güzel kapılar inşa edilmiş. Tarihi kaynaklara göre M.S IV. Yüzyılda kurulan, eski adı ‘’Yesi’’ olan, Türkistan şehri,  görüşleri ve günümüze dek etkileri devam eden öğretisiyle Hoca Ahmet Yesevî’nin doğduğu ve ölene dek yaşadığı yer olmuştur. Kazakistan’ın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan ilk tarihî eseri olan Hoca Ahmet Yesevî Türbesi, şehrin görkemli yapılarından biridir. Söz konusu türbe XIV. yüzyılda Emir Timur tarafından inşa ettirilmiş,  Türkistan coğrafyasını değerli kılan, inanc merkezi hâline dönüştüren  bir eser olmuştur.
Yeniden otobüse biniş ve Türkistan’a hareket; Türkistan kenti, eyaletin başkenti olarak bir proje şehir, bir prestij şehir olarak plânlanmış; buna da çok değer. Bu hususta Türkistan Eyaleti Valisi Prof. Dr. Janseyit Tüvmebayev,  bizlere çok değerli bilgiler vermiştir. Aslında bu proje bütün Türk dünyasının projesi olmalıdır diye düşünüyorum.


Ata Yesevî veya Hazreti Türkistan adlarıyla da tanınan Hoca Ahmet Yesevî Türkistan şehrine 40 km. kadar mesafedeki Sayram kentinde, Milâdî 1093 yılında doğmuş ve 1166 yılında Türkistan’da vefat etmiş ve burada toprağa verilmiştir. Hoca Ahmet Yesevî tarikat kurucusu, şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nâdir kişilerdendir. Bilhassa Sır-Derya ırmağı (Seyhun Nehri) çevresinde, Taşkent (Özbekistan’ın başkenti) dolaylarında, Seyhun ötelerindeki bozkırlarda yaşayan köylü ve konar-göçer Türklerin kendisine ve onun tasavvufi tarikatı Yesevîliğe olan tutkunluklarından ötürü, tarihî şahsiyeti efsaneler altında gizlenmiş, kimliği menkıbelere karışmıştır. Ahmet Yesevî, “İbrahim” adında bir şeyh olan babasını 7 yaşında iken kaybetmiş ve ablasıyla birlikte, Türk geleneğinin Oğuz Han'ın başkenti olarak gösterdiği “Yesi” şehrine göçmüşlerdir. Burada ilk tasavvuf terbiyesini Arslan Baba’dan almış, sonra da Buhara'ya giderek zamanın en büyük âlim ve mutasavvıflarından ders görmüştür. Çağının en meşhur sofisi Şeyh Yusuf-ı Hemedanî'nin müridi olarak onun sevgisini ve güvenini kazanmış, o öldükten bir müddet sonra da onun postuna geçmiştir. Daha sonra Yesi’ye dönmüş ve ölünceye kadar orada yaşamıştır (https://www.turkedebiyati.org/ahmet_yesevi.html).
Hoca Ahmet Yesevî’nin mezarı ve Yesevî tarikatının ve Ahmet Yesevî öğretisinin etki alanını gösteren harita
(5 Eylül 2018, Yesi, Ahmet Yesevî çilehanesindeki harita)

“Yesevîye Tarikatı”, Maveraünnehr’in bu konar-göçer Türkmen muhitinde büyük bir hızla yayılmış, Seyhun Irmağı kıyılarından Harezm bozkırlarına, Asya sahralarına ulaşmıştır. 13. yüzyıl ortalarına doğru başlayan Moğol istilâsının önü sıra çekilen Türkmenler tarafından Horasan, İran, Azerbaycan Türkleri arasına girmiştir; “Alp-Erenler”, “Horasan Erenleri” olarak Anadolu'ya girmiş ve 13. yüzyıl içinde Anadolu'da görülmeye başlayan Bektaşîlik, Babaîlik, Haydarîlik hep o millî Yesevîlik tarikatından çıkmış kollar olmuştur. İleride Yunus Emre'nin mürşidi sayılacak olan Sarı Saltuk, sonra Anadolu Ahiliğinin mürşidi sayılan Ahi Evren, Osman Gazi'nin ermiş kayınbabası Ede-Balı, Orhangazi'nin mürşidi Geyikli Baba ve daha niceleri Yesevîye tarikatının mensubu ve Anadolu’nun manevî fatihleridir.
Ahmet Yesevî’nin, Hazret-i Muhammed'e olan tutkunluğu dolayısıyle onun yaşadığı yıllardan fazla yaşamak istemediği söylenir; Hz. Peygamber 63 yaşında vefat ettiğine göre, o da 63 yaşına gelince kendisine yer altında bir hücre kazdırmış ve bugün “Çilehane” diye adlandırılıp ziyaret edilen bölümde hayatını tamamlamıştır.
Türbenin hikâyesine gelince: “Ahmed Yesevi Türbesi’nin yapımı ile ilgili bir rivayet de Türk tarihi yönünden önemli bir boyutu ortaya sermektedir. Bu rivayete göre vefatından sonra da kerametleri devam eden Ahmed Yesevi, kendisinden iki asır sonra yaşayan büyük Türk hanı Emir Timur’ un rüyasına girerek Buharâ’nın fethini müjdeler. Bu işaret üzerine Buhara üzerine sefere çıkan Emir Timur (1336-1405), zafere ulaştıktan sonra manevi bir şükran hissi ile Ahmed Yesevi’yi ziyaret için Yesi’ ye gelir. 1396 yılı Eylül’ünde Ahmed Yesevi’nin mütevazi kabrini ziyaret eden Emir Timur, yanında bulunanlardan Mevlana Abdullâh Sadrı Ahmed Yesevi’ye ait kabrin üzerine muhteşem bir türbe yapımıyla görevlendirir ve türbe yapımına ilişkin bazı ölçüleri bizzat belirler. O dönem Türkistan’ın en ünlü mimarı Hoca Hüseyin Şirazi adlı bir mimar tarafından külliyenin inşaına başlanır. Devrin mimari şaheserlerinden olan türbenin yapımı iki yılda tamamlanır; türbe yine Emir Timur’un direktifi ile türbeye eklenen mescid, dergah, mutfak ve diğer hizmet binaları ile beraber büyük bir külliye halini alır. Bu muazzam eserin tamamlanmasından sonra ziyarete gelen Emir Timur, Yesi kentinin yoksullarının ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere birçok sadakada bulunur; aynca türbenin ve müştemilatındaki dergahın ihtiyaçları için de türbeyi çepeçevre kuşatan geniş bir araziyi ve Türkistan’daki sulama kanallarının gelirlerini vakfiye olarak tesbit eder. Emir Timur’un Hoca Ahmed Yesevi’ye duyduğu saygı O’nun manevi tasarrufuna olan inancını açıkça göstermektedir.Sovyet Rus yönetimi altındaki yıllarda Türkistan’daki Ahmed Yesevi Külliyesi’ nin Türkistan’ın çeşitli yerlerinden gelen çeşitli Türk boylarından müslümanlar nezdindeki itibarı -bu uğurda çok gayret edilmesine rağmen- yok edilememiştir. Ahmed Yesevf nin manevi otoritesini yıkamayan Rus yönetimi O’nun türbesinin de bulunduğu külliyeyi “Kültür-park” adı altında bir müze haline getirip dini maksatlı ziyareti ve dergahta herhangi bir şekilde ibadet edilmesini yasaklamasına rağmen Türkistan müslümanları külliyeyi asliyetine uygun olarak yaşatma azmini sürdürmüşlerdir.Bu arada dergah içinde yer alan tarihi kıymete haiz birçok eşya da başta Leningard (yeniden Petersburg adı verilmiştir) Hermitage müzesi olmak üzere değişik müzelere dağıtılmıştır. Türbe içinde yer alan ve yedi ayrı metalin alaşımından dökülmüş olan iki ton ağırlığındaki ve üçbin litre su alma kapasitesindeki döküm kazan bizzat Stalin’in emriyle 1934 yılında götürüldüğü bir sergiden getirilmeyerek Leningrad Hermitage müzesine konmuştur. Son dönemde Kazakistan makamlarının gayreti ile türbeye ait tarihi materyalin iadesi sağlanmış ve bu arada döküm kazan da 18 Eylül 1989 tarihinde yeniden türbedeki yerini almıştır. Son birkaç yıl içinde sağlanan kolaylıklar sonunda Ahmed Yesevi Türbesi’nin asli maksadına uygun bir ziyaretgah olarak yeniden ihyası yolunda önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmını oluşturan restorasyon çalışmalarını yerine getirmeği Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı taahhüt etmiş ve 1993 yılı başında Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon çalışmasını fiilen başlatmıştır. Yedi yıl sürdürülen restorasyon nihayet 2000 yılı Ekim’inde sonlandırılarak T.C. ve Kazakistan Devlet Başkanlarının da katıldığı resmi bir törenle ziyarete açılmıştır. Ölümünden 200 yıl sonra Emir Timur tarafından, onun Yesi'deki mezarı üstüne mimarlık şaheseri bir türbe yaptırılmıştır; türbe, cami ve Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişler ile öğrencilere yemek verilen ve misafir edilen yer olan hangâh’tan ibaret Yesevî makamı, hem din hem sanat âbidesi olarak, bugün de Türkistan'ın en kutsal ziyaret yerlerindendir.” (https://aalpozbalci.wordpress.com/yesevi/turbe/)
Timur'un kendisinin de yapının tasarımına katıldığı ileri sürülmüştür: “Yapı düzeni dikdörtgendir, ölçüleri 45,8 x 62,7 m ve 38,7 m yüksekliğindedir. Güney-doğu'dan kuzey-batı doğrultusundadır. Yapı için kullanılan birincil malzeme harç (havan), alçı ve kil karışımından oluşan ateş tuğlası ile yapılmıştır. Duvarlar pişmiş kare tuğla ve ganç harç (bir alçı türü) kullanımı ile inşa edilmiştir. Ziyaretçilerin girdiği 18,2 x 18,2 m boyutlu türbe ana girişi güneydoğudadır. Yesevî'nin mezarı merkezî eksende binanın sonunda kuzeybatıda, lâhit bölümünün tam olarak ortasında yer almaktadır ki, -iç kubbe 17,0 m ve dış kubbe 28,0 m yükseklikte çift kubbeli yivli çatısı vardır. Kubbenin dışı, altın desenli altıgen yeşil sırlı çinilerle kaplıdır. Hoca Ahmed Yesevi Türbesi'nin beden duvarlarında, çıkıntı kuşağın hemen alt kısmında, batı cephesinin sağ köşesinden başlayıp, kuzey ve doğu cephesinin sonuna kadar bir yazı kuşağında, Kur'an'nın En'am Suresinin 59. - 63. ayetlerinden, hadislerden ve ulu sözlerden seçilen iri sülüs hatlarla yazılmış yazıları içermektedir. Ana kubbenin sekizgen kasnağında, büyük kufi hatla çepeçevre "el-Inâyetü lillâh, el-Ata lillâh"/İyilik Allah içindir, bağış Allah içindir sözleri tekrarlanmaktadır. Ahmed Yesevi'nin kabrinin bulunduğu bölümün üstüne isabet eden küçük kubbenin gövdesinde çepeçevre, iri kufi hatla, "el-Mülkü lillâh"/Mülk Allah'ındır yazıları yer almaktadır.   (https://tr.wikipedia.org/wiki/Hoca_Ahmed_Yesevi_T%C3%BCrbesi)
Türbedeki “Tunç Kazan”
Ahmet Yesevî Türbesinin giriş kapısı, kapı kanadı süslemeleri ve giriş
Girilen ilk mekânın panoramik bir görünüşü
Hoca Ahmet Yesevî’yi ders verirken gösteren bir tablo
Hoca Ahmet Yesevî’yi ders verirken gösteren bir tablo
Ahmet Yesevî’nin çilehanede inzivaya çekildiği yer; giriş bir kafes kapakla örtülmüş olduğundan inziva yerini görmek mümkün değil
Müritlerin inziva için yer altına indikleri giriş yeri

Hoca Ahmed Yesevi'ye ait olduğu ileri sürülen "Divan-ı Hikmet" adlı bir eser mevcuttur; ancak, bu divanda toplanan “Hikmetler”in bir kısmı Ahmed Yesevi'nin olsa bile, zamanla türlü Yesevî dervişlerine ait parçaların o kitapta toplandığı, dil ve anlatış farklarından anlaşıldığı ileri sürülmektedir. En eski Divan-ı Hikmet yazmaları da 17. yüzyıldan önceye gitmemektedir. Divan-ı Hikmet'e Yesevî tarikatı mensuplarının ortak eseri gözüyle bakılabileceği belirtilmiştir.
Bilhassa Özbek ve Kazak Türkleri arasında tutunan ve türlü kılıklar altında Türk dünyasına (Anadolu'ya da) yayılmış olan Yesevîlikte, İslâmiyetin ve tasavvufun eski Türk boy ve soy gelenekleri ile sımsıkı kaynaştığı, az da olsa Şamanlık ve Budizm'den bazı esintilerin tarikat kalıbına döküldüğü görülmektedir. Dergâhta kadın ve erkeklerin birlikte zikretmeleri, sığırların kurban edilmesi Yesevilikte yadırganan şeyler değildir. Ayrıca kötülerin hayvan şekline sokulacağı, iyilerin türlü kuşlar biçimlerine girerek uçacakları gibi bazı söylenti inanışlar da şüphesiz bazı eski kültürlerden sızıp gelmiş olsa gerektir.
Ahmed Yesevî hem yüksek şahsiyeti, hem büyük teşkilatçılığı, hem de Hikmetleri ile Türklük dünyasının her tarafına, dolaylı veya açık tesirleri görülmüş âbide şahsiyetlerimizdendir.
Aşağıdaki hikmette, veli şairin hayatını ve samimi inancını anlatmakta ve 63 yaşında ölen Peygamber Efendimizden daha fazla yaşamayı, sevgisine aykırı bulduğu için o yaşta yer altına girişini hikâye etmektedir.
 Benim Tanrım Kudret ile bir baktı
 Mesut olup yer altına girdim işte
 Garip kulun bu dünyadan geçti gitti
 Sırdaş olup yer altına girdim işte.
 Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum
Âşık olup, kınanarak candan geçtim
Ondan sonra "teklik" içkisinden bir damla tatdım.
Peygamber'e yoldaş olup yer altına girdim işte.
Yaşım altmış üçe yetti, bir gün yaşamamış gibiyim
Ah yazık! Tanrı'ya varmayan gönlüm kırık
Yeryüzünde "sultanım" diye ululanırken
Gamla dolup yer altına girdim işte.
Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak
Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım
Tanrı'ya kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde
Şebnem olup yer altına girdim işte.

Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi
Yesevî Türbesine komşu alanda kurulmuş olan Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi ise “Türkiye ve Kazakistan Cumhuriyetlerinin uluslararası, özerk statüye sahip, ortak devlet üniversitesidir. Üniversitenin temelleri, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan NAZARBAYEV'in 6 Haziran 1991 tarihli kararıyla, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından kısa bir süre önce Türkistan Devlet Üniversitesi olarak atılmış ve üniversitenin temel görevi, “Orta Asya'nın tarihî ilim ve kültür merkezi olan Türkistan şehrini kalkındırmak” olarak belirlenmiştir.
İki ülke hükümetleri arasında, “Türkistan Şehrinde Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma” ise, 31 Ekim 1992'de Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi'nde Ankara'da imzalanmıştır. Anlaşma, TBMM tarafından 29 Nisan 1993 tarih 3904 sayılı Kanun ile onaylanmış ve Resmi Gazete'nin 4 Mayıs 1993 tarih ve 21571 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Ahmet Yesevî Üniversitesinde bugün 10  fakülte ve 1 yüksekokulda 12 binden fazla öğrenci öğrenim görmekte ve 900’ü aşkın akademik personel görev yapmaktadır. Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara'daki binasında faaliyetlerini sürdürmektedir. Aynı şekilde Türkiye Türkçesiyle Uzaktan Eğitim Programları’nın (TÜRTEP) koordinasyonu da Ankara'daki birimlerinden yürütülmektedir. (http://www.ayu.edu.tr/universitemiz).
                     Ahmet Yesevi Üniversitesine geçerken yolun solunda Buzkaşi oyunu oynayan bir heykeller grubu
                                                                               Üniversitenin yerleşim maketi
                                                                                                           Üniversite Evi

                                                                         Ahmet Yesevi Üniversitesi Kütüphane binası

Ahmet Yesevî Türbesini ziyaretten sonra grubumuz Ahmet Yesevî Üniversitesi’ne geçmek üzere hareket etti. Böylece XVI. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi Kapsamında “Kuruluşunun 25. Yılında TURKSOY” özel oturumuna da katılmış olacağız.

                                                                                 Ahmet Yesevi Üniversitesi Kültür Merkezi

Ahmet Yesevî Üniversitesi’nin Türkistan Yerleşkesi’nde, kültür-sanat hizmetleri veren bir de Kültür Merkezi bulunmaktadır. Merkezde bir de Kütüphane vardır: “Türkiye Cumhuriyeti tarafından inşa edilen Kültür Merkezi’nde, 680 kişilik büyük salon, 200 kişilik küçük salon, komisyon çalışmaları için 40 kişilik bir mini salon ile hediyelik eşya ve kitap satış mağazası, Resimli Türk Halkları Tarihi Müzesi, bilgisayar salonu, dans salonu ile bir kafeterya bulunmaktadır. Büyük salon, aynı anda dört dilde eşzamanlı (simültane) tercüme imkânı, mültivizyon perdesi, yaka ve telsiz mikrofon imkânları, ayrıca 450 metrekare çok amaçlı sahne, kongre, konser, müzik ve tiyatro gösterileri için ideal bir ortam oluşturmaktadır. Kültür Merkezi’nde 160 metrekare kullanım alanlı her türlü sanat ve sergi faaliyetleri için “Sanat Galerisi” bulunmaktadır.”      (http://www.ayu.edu.tr/kulturmerkezi)
       A.Y.Ü Kültür Merkezi Binası’nın girişi ve girişte, TURKSOY’un kuruluşunun 25. Yılı münasebetiyle açılan sergi
1993 yılında Azerbaycan, Kazakistan , Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin Kültür Bakanlarının imzalamış olduğu anlaşma ile kurulmuş olan TURKSOY (Uluslararası Türk Kültür Teşkilâtı), Türk Halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaktadır. TÜRKSOY’un 6 kurucu üye ve 8 gözlemci üye olmak üzere toplan 14 üyesi bulunmaktadır. Kuruluş aşamasında adı “Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi” olarak belirlenmiş olan bu kuruluş kısaca “TURKSOY” olarak tanınmış, sonrasında alınan bir kararla adı “Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı” olarak değiştirilmişse de “TURKSOY” kısaltması kullanılmaya devam etmiştir. TÜRKSOY Genel Sekreterliği Türkiye’nin başkenti Ankara’da bulunmaktadır. TÜRKSOY’un herhangi bir başka ülke yada şehirde temsilciliği yoktur. 
(https://www.turksoy.org/tr/turksoy/about)
TURKSOY programı çerçevesinde Türkistan Valisi Prof. Dr. Janseyit Tüymebayev konuşmasını yaparken ve günün hatırasına binaen plâketini alırken

         Programın yapıldığı alanda önce kuruluşunun 25. Yılında TURKSOY fotoğraf sergisi gezildi ve bir tanıtım filmi seyredildi. Daha sonra Prof. Dr. Muhittin Şimşek’in moderatörlüğünde Türkistan Valisi Prof. Dr. Janseyit Tüymebayev, TURKSOY Genel Sekreteri Prof. Dusen Kaseyinov, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Prof. Dr. Musa Yıldız, Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bolatbek Abdrasilov’un katılımlarıyla bir panel icra edildi. Konuşmalardan sonra çeşitli hediyeler takdim edildi ve valilik ile rektörlük arasında bir protokol imza edildi. Daha sonra müzik ve yerel danslardan oluşan bir gösteri izledik. Program sona erdikten sonra, aynı kompleksin içinde bulunan “Resimli Türk Dünyası Tarih Müzesi” gezildi: Resimli Türk Dünyası Tarih Müzesi 306 metrekarelik resim yüzeyine sahip, yuvarlak kubbeli bir salondan ibarettir. Salonun bu özelliği, tüm dünyaya yayılan Türk halklarının günümüze kadar olan tarihini bir bütün olarak resimli bir panorama şeklinde seyretmemize imkân sağlamaktadır. Türk halklarının milli kıyafetlerinden; Azerbaycan, Kazak, Türkiye, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak, Saha, Tuva, Tatar, Başkurt, Altay, Gagauz, Uygur, Çuvaş, Dağıstan halklarının giyim kuşamlarından örnekler, müzede sergilenmektedir.
                                                                                      Konuşmalar sonrası verilen konser
Kültür Merkezi’nde bulunan müzenin girişi; iki tarafta Kazakistan ve Türk bayrağı ve Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ile  Mustafa Kemal Atatürk’ün büstleri bulunmakta

               Aşağıda müzenin panoramik anlatımını fotoğraflar ile vermeye çalıştım:
Türk tarihinin mitolojik devirlerinden itibaren bir başlayan anlatım Orta Asya’da ilk siyasî hâkimiyetlerle devam ediyor; İslâmiyetle temas Hunlar, Göktürkler ve İslâmiyet ile temas, Seçuklular ve Osmanlılar dönemi. Osmanlı Türklerinin yükselişi ve ilim, sanat ve tasavvufî hareketlere işaretler ve panoramik anlatım Türk devletlerinin soy ağacı, Mustafa Kemal Atatürk ve Nursultan Nazarbayev ile son buluyor.

           Ahmet Yesevî Külliyesi Etnografya Müzesi:
       Ahmet Yesevî Türbesi’nin ana giriş yollarının başlangıcında bir etnoğrafya müzesi görmüştük; şimdi oraya yöneliyoruz:

Müzenin girişinde bulunan büyük çadır (yurd) ve içinden görünüş
Müzenin üst katında yeni Türkistan şehrinin kuruluş projeleri hakkında
Vali Prof. Dr. Janseyit Tüymebayev’in açıklamalarını dinliyoruz.
           
           Sayram’a yolculuk
6 Eylül sabahı Sayram’a doğru yola çıktık: Sayram/ Saryam/ Saryom kenti, Çimkent/ Şımkent şehri sınırları içinde kalan Siri Derya (Seyhun) havzasında Kazakistan'nın güney doğusunda Sayram Su nehri kıyısında ve aynı isimdeki Sayram Su dağlarının yamaçında yerleşik olan ülkenin en eski bir tarihî şehri ve önemli bir ticaret merkezidir. Kazakistan'da ilk caminin burada yapıldığı ileri sürülmektedir.
İslamiyet inancı Sayram'a ve onun yakınındaki şehirlere, önceden Müslüman olmuş güneydeki ülkelerden, Arap ve Arapça konuşan Müslüman askerler tarafından getirilmiştir. Sayram ahalisi İslâm dinini benimsedikten sonra, bölgede İslâmiyet’in yayılmasında önderlik yaptığı ileri sürülen İshak Baba'nın yaptırdığı ilk camide Cuma namazı kılınmıştır; Araplar ise kente sonra “İsbicâb” (İsfijab) adını vermişlerdir. Günümüze kadar ulaşan “Nasabname” adındaki bir el yazmasında, İshak Baba komutasındaki Müslüman savaşçıların Sayram'a nasıl geldiği anlatılmıştır.
Hoca Ahmet Yesevî’nin doğum yeri de Sayram idi; şimdi biz onun babasının ve annesinin mezarlarını ziyaret edeceğiz.
Şeyh İbrahim Türbesi:
Hoca Ahmet Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim Ata’nın türbesinin giriş çevresi ve duvarla çevrili türbe alanına giriş kapısı ve Şeyh İbrahim Ata’nın mezarı

Hoca Ahmet Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim Ata, hizmetleri, menkıbeleri ve kerametleriyle halk arasında tanınan, herkesin kendisine sevgi ve saygı duyduğu bir kişi idi. Hoca Ahmet Yesevî dünyaya geldikten birkaç sene sonra annesi vefat etmiş olduğundan, onun çocukluk dönemindeki eğitimi ve öğretimiyle babası Şeyh İbrahim Ata meşgul olmuştu. Ahmet Yesevî altı yaşında iken de Şeyh İbrahim Ata vefat etmiştir.
Şeyh İbrahim Ata, vefat etmeden evvel oğlunu ablası Gevher Şehnaz Hatun’a emanet eder ve vefatında birkaç gün önce de kızına şu nasihatte ve vasiyette bulunmuştur: “Kızcağızım… Gönlümüze gelen o hoşluktur ki Allah’ın bize bu dünyada bağışladığı ömrün son günlerindeyiz. Kardeşin Ahmed’e sahip çıkasın, onu yalnız bırakmayasın… Bilesin ki Allah ona velayet makamından büyük bir ikram verecek. Ümidim odur ki Ahmet kendi zamanının en büyük velilerinden olacak. Dergâhımda bağlı duran bir sofra bulunur. Ahmet o sofrayı açtığında, anla ki Ahmed’in meydana çıkma günü gelmiştir. Bu sözlerim sana vasiyetim ve nasihatimdir.” ( http://www.evliyalar.net/ibrahim-ata/)

Karaşaş Ana’yı ziyaret:
           Hoca Ahmet Yesevî’nin annesi Ayşe Hanım için inşa edilen türbe (XIII.-XIV. yüzyıllar) halk arasında “Karaşaş Ana” olarak bilinir. Karaşaş Ana , Hoca Ahmet Yesevî 1-2 yaşlarında iken vefat etmişti. Türbesi yan yana iki cephesinin taç kapı anlayışıyla yükseltilmesiyle, diğer yapılardan farklılaşır. Türbeyi örten yüksek kubbe, alttaki sekizgen , üstteki silindirik formlu iki kasnakla yükseltilmiştir. Türbe bugün şehrin orta yerinde, trafiğin ve keşmekeşin içinde kalmış görünüyor.

“Karaşaş Ana Türbesi”nin genel görünüşü, türbe önündeki tanıtıcı levha ve Karaşaş Ana’nın mezarından görünüş

Arslan Baba Türbesi:
Arslan Baba, (Özbekçe: Arslon Bob, Arslon Bobo, Arslon Xo'ja) Ahmed Yesevi'nin ilk hocasıdır. Arslan Baba'nın doğum ve vefat tarihleri hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Aslen Türk olup Taşkent'li olduğu da rivayet edilmektedir. Ahmet Yesevi'nin geleceği hakkında aldığı işaret üzerine Türkistan'a gitmiş, uzun yıllar orada yaşadıktan sonra Ahmet Yesevî'yi bulup ilim öğretmiştir. Yesevî menkıbelerine göre siyah ırktan olan Arslan Baba ashabın büyüklerinden olup dört yüz veya yedi yüz yıl yaşamıştır. İki ayrı rivayete göre, sahâbîler bir gazâ sırasında veya Arslan Baba’nın evindeki bir toplantıda acıkırlar. Bu arada Hz. Peygamber’in duasıyla Cibrîl cennetten bir tabak hurma getirir. Hurmalardan biri yere düşünce Cibrîl o hurmanın ileride doğacak Ahmed Yesevî’nin kısmeti olduğunu söyler. O zaman Hz. Peygamber ashabına, “Bu hurmayı Yesevî’ye kim ulaştıracak?” diye sorar. Göreve Arslan Baba tâlip olur ve Hz. Peygamber hurmayı onun ağzına koyar. Arslan Baba nice yüzyıl sonra Türkistan’ın Sayram şehrinde henüz yetim kalan yedi yaşındaki Ahmed Yesevî’yi bulup emaneti ona teslim eder. Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber’in verdiği bir hırkayı da ona giydirir. Ayrıca Yesevî’ye “binbir zikir” telkin eder ve biraz sonra öleceğini bildirerek cenaze namazını kıldırmasını emreder (https://islamansiklopedisi.org.tr/arslan-baba)
Arslan Baba, rivayete göre; Hz. Muhammed'in emanet ettiği hurmayı Ahmet Yesevi'ye ulaştırmak görevini üstlenmiştir. Divan-ı Hikmet'te bu hadise şöyle dile getirilir:
"Yedi yaşta Arslan Bab'a selâm verdim,
Hak Mustafa emanetini lütfedin dedim,
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim,
Nefsim ölüp lâ- mekâna yükseldim işte."
Bir rivayete göre de Hz. Muhammed'in verdiği hırkayı giydirir. Ayrıca ona bin bir zikir telkin eder. Bu olaydan bir süre sonra da vefat eder. Yesevî, Aslan Baba'nın vefatından sonra, onun son işaretine uyarak Buhara'ya gidip dönemin ünlü bilgin ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf Hemedanî’ye bağlanır.
        Arslan Baba’nın nerede gömülü olduğu kesin olarak belli değildir. Bazı kaynaklarda Otrar’da, bazılarında ise Ahmed Yesevî’nin Yesi’deki (Türkistan) türbesinde medfun olduğu söylenmektedir. Başka bir rivayete göre Kırgızistan’ın Oş şehrine yakın Bazar Kurgan bölgesindeki Arslan Baba Türbesi onundur. 1964’de Kazak Komünist Partisi’nin emriyle yıktırılan bu türbenin yeri bugün de halk tarafından ziyaret edilmektedir.
  Arslan Baba Türbesi'nin genel görünüşü

İnanışa göre Hoca Ahmet Yesevî’nin türbesini ziyaret etmeden önce onun hocası Arslan Baba’nın makamını ziyaret etmek gerekiyor imiş; bu hassasiyet, menkıbelerle nakledilen sözlü rivayetlerin halk bilincinde nasıl yer edip kök saldığının somut bir örneğidir. Bu hassas davranışın gerekçesini yansıtan rivayet, Arslan Baba’nın türbesinin yapımını da Hoca Ahmet Yesevî’nin şu kerâmetine dayandırır: “Emîr Timur, manevî yönden saygı duyduğu Ahmed Yesevî’nin makâmı üzerinde şanına lâyık bir türbe yaptırmaya niyet eder. Yesi’deki Ahmed Yesevi kabri odak alınarak yapılmağa başlanan türbenin temelleri üzerinde duvarları yükseltilmeğe başlandığında garîb bir durum ortaya çıkar. Duvar ustaları temeller üzerine ördüğü tuğla duvarlar her gece yerle bir olmaktadır. Bu yüzden ertesi gün duvar yapımına yeniden sıfırdan başlanması gerekmektedir. Bu durumun türbe inşaatını olumsuz etkileyeceğini ve tamamlanmasının gecikmesi nedeni ile Emîr Timur’un gazabına uğrayacaklarından korkan ustalar çaresiz kalınca geceleri duvarların nasıl yıkıldığını anlamak için bir gece pusuya yatarlar. Gece karanlığı çökünce iri bir beyaz bir öküzün aniden belirerek boynuz darbeleri ile yükseltilen duvarları yere indirdiğini görerek şaşırırlar. Bunun sebebinin ne olacağını danıştıkları bir velî,  Arslan Baba kabri imar edilmeden kendi kabri üzerinde türbe inşa edilmesine Hazret Sultan Yesevî’nin râzı olmadığını söyler. Bu sırada Emîr Timur da bir gece rüyasında Ahmed Yesevî’ye türbe yaptırmasından önce mürşîdi Arslan Baba’nın türbesini inşa ettirmesi ve daha sonra Yesevî külliyesi inşaatının sürdürülmesi gerektiği bildirilir. Bu durum üzerine Emîr Timur önce Arslan Baba türbe yapılmasını ve sonrasında Ahmed Yesevî külliyesi inşaatına devam edilmesi emrini verir.”
Emir Timur tarafından inşa ettirildikten sonra tabii etkilerle yıpranan Arslan Baba Türbesi, Kazak hanları tarafından tamir ettirilmiştir: “Uzun, yatık dikdörtgen biçimli ön cephenin köşelerinde birer minare, tam ortasında yüksek eyvan kemeri bulunur. Eyvanın sol tarafında görülen yüksek nispetli iki kubbenin bulunduğu bölüm türbedir. Diğer tarafta mescit kısmı yer alır. Ön cephe binanın ana kütlesinden daha yüksek yapılmıştır. Cepheyi dikdörtgen kartuşlar ve kabartma çerçevelerle meydana gelen bant kuşatır. Köşe minarelerinin kubbeli şerefe kısımları, bu bandın üzerinden yükselir. Soldaki minarenin kemerli şerefe açıklıkları tuğla ile örüldüğünden kule görünümündedir. Derin giriş eyvanı, iki yanındaki çıkıntılı duvarların üzerindeki küçük kuleciklerle ve alınlık anlayışında kemer ile süslenir. Planda ve cephede kütleyi ikiye ayıran eyvan, toplanma ve dağılma alanı olarak düzenlenmiştir. Türbeye ve mescite eyvanın iki yan duvarındaki kapılardan ulaşılır. Türbe iki mekânlıdır; arka odada Arslan Baba’nın çok büyük lahdi bulunur (Orta Asya’da Emîr Timur’un lahdi bile insan boyundan kısa olduğu halde bu lahit 4 metredir.) Duvarlar modüler kemerlerle ayrılmış olup başkaca tezyini yoktur. Türbe i şerifte Arslan Baba’nın ayak ucunda yatan üç dervişin isimleri ise; Şir Mambet, Karılgaç Bab, Laçın Bab yani sırasıyla Arslan Muhammed , Kırlangıç Baba , Şahin Baba.” (http://www.evliyalar.net/arslan-baba/#prettyPhoto) 
Arslan Baba Türbesi, duvarındaki kitabe ve Arslan Baba Türbesi’nin giriş eyvanı; sağ taraf mescit, sol taraf türbe giriş kapılarıdır
                                                                                                      Mescidin içi


Arslan Baba’nın yetiştirdiği, vefatından sonra bir müddet dergâhının hizmetini üstlenen müridlerinden bazıları da mürşidleriyle aynı makama defnedilmiştir. Dışarıda kutsal suyu olduğu inanılan su kuyusu bulunmaktadır. Türbenin çevresindeki yapılar onarılmakta ve çevre düzenleme çalışmaları sürdürülmektedir...
Bu bilgiler tamamen efsanevî olmakla birlikte Arslan Baba’nın gerçekten yaşamış tarihî bir şahsiyet olması da mümkündür. Fuad Köprülü Arslan Baba’nın, Ahmed Yesevî’nin babası Şeyh İbrâhim’in kardeşi olabileceğini söyler. Ahmed Yesevî’nin baş halifesi Mansûr Ata’nın, Arslan Baba’nın oğlu olduğu konusunda ise bütün kaynaklar birleşmektedir. Onun, Yesevî’den başka bir de Sûfî Muhammed Dânişmend adlı birini yetiştirdiği kaydedilmektedir. “Müzekkir-i Ahbâb” müellifi Hasan-ı Nisârî ile Nakşibendiyye ve Yeseviyye tarikatları hakkında birkaç değerli eser yazan Hâzinî de kendilerinin Arslan Baba’nın soyundan olduklarını ileri sürmüşlerdir.
(Devam edecek)