Friday, October 15, 2010

TARİH DERSİ..

* 10 Şubat 2010 tarihli basında Avrupa Parlamentosu (AP) Raporu yer aldı; önce, rapordaki yalnızca Kıbrıs’la ilgili cümlelere itirazlar görüldü.. Yanlış hatırlamıyorsam, “Tvnet” haberlerinde raporun içeriği hakkında daha ayrıntılı bilgiler vardı. Basın, bunlara daha sonra, ilgi dağıldıktan sonra biraz yer verdi. Meselâ, rapor cem evlerinin ibadethane sayılmasını, zorunlu din derslerinin kalkmasını, Heybeliada Ruhban okulunan derhal açılmasını da istiyordu.. Bunlara katılır katılmazsınız; mesele o değil.. Avrupa Parlamentosu, bir siyasal parti imiş gibi Türkiye’ye müdahale ediyor.. Sınıfsal, kişisel, malî, ticarî kendi çıkarına olunca müdaheleci politikaya ses çıkarmayanlar, bunu bir bağımsızlık, egemenlik meselesi olarak görmezse, yarın başka bir müdahaleci siyaseti nasıl reddedecek? “Bağımsızlık” idealinden, çıkarımız lehine müdahale olunca vazgeçebiliyorsak, toplumun bir bölümü her zaman için yabancılarla, ecnebi devletlerle işbirlikçi (hain demeye insanın dili varmıyor; kanunu da yok zaten) olabilecek öyleyse.

Evet, yalnızca Kıbrıs la ilgili kısmı ve buna yapılan tepkiler duyuruldu. Hükümet çevreleri de tepkilerini Kıbrıs maddelerine gösterdiler.. Avrupa Parlamentosu’nun kabul ettiği fakat bağlayıcılığı bulunmayan raporda, Kıbrıs’taki müzakerelere katkı için Türkiye’den Ada’daki askerlerini “derhal çekmeye” başlaması, KKTC’ye yerleşen Türk vatandaşları sorununu çözmesi ve kapalı Maraş bölgesini Rumlara açması istendi.

Türkiye’ye ayrıca, “Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum halkının mal edinme ve eğitim haklarıyla ilgili sorunları çözmesi, bu adaların iki kültürlü yapısını koruması” talep edildi; yukarıdaki ve alttaki paragrafataki “sorunları çözmesi” lâfına bakıp ta, Türkiye’yi sorun yaratan, anlaşmalara aykırı davranan, anlaşmaktan kaçınan taraf olarak algılamayın.. Bu üslûp çok önemlidir.. Üslubu önemsemeyip, gerçeği farketmezseniz, bir süre sonra geçimsiz ve sorunlu olarak kendinizi, yani Türkiye’yi ve Türkler’i görmeye başlarsınız; bu statüler Lozan’a göre tanzim edilmiştir ve sigortası yine Lozan’a bağlı olarak karşılıklılık ilkesidir. İstenen, tıpkı Tanzimat’taki gibi evrensel değerler (!) adına imtiyazdır..

Ayrıca Avrupa Parlamentosu (AP), “Balyoz Operasyonu”ndan duyduğu endişeyi de ekledi ve hem Ergenekon süreci, hem de Balyoz iddialarının “kaygı verici” olduğunu belirtti. Raporda ayrıca Türk Hükümeti’ne bir çağrı yapılarak, Ergenekon dava sürecinde tüm sanıkların haklarına saygı duyulması gerektiği belirtildi ve Türk hükümetinin “bu süreci fırsat bilip, siyasi muhalifler veya hükümete eleştirel bakan gazeteci ve akademisyenler üzerinde haksız baskı uygulamaması” istendi.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında ise, Avrupa Parlamentosu Raporu’nun üslubu ve tektaraflı kaleme alınışı eleştirilmiş, AB’nin Türkiye’ye karşı yerine getirmediği taahhütlere değinilmemiş olmasının bir eksiklik olduğu belirtilmiştir. Kıbrıs konusunda ise, Avrupa Parlamentosu’nun, Kıbrıs Rum tarafının sözcüsü gibi davranmaktan ve tüm mesnetsiz iddia ve taleplerin sözcüsü olmaktan kaçınması lazım geldiği belirtilmiştir.

* Tarihin tecrübe hanesine kaydedeceği bir haber de, Avrupa’daki malî krizden çıktı; malûm, Yunanistan, AB’ye katılınca, Avrupa devletlerinin büyük bir sevgisine ve sempatisine mazhar olmuştu; doğru bir yanı yok ama, eski Ege havzası uygarlığının varisleri olarak bu sempati ve destek Yunanistan’ı kısa zamanda 30.000 dolarlık kişi başı gelir seviyesine yükseltmişti; bu politikada Türkler’e karşı bir kıyas, kıskandırma, imrenme yaratma gibi “yumuşak güç” politikalarının da yeri vardı belki…. Netice, Yunanistan iflasın eşiğine geldi.. İktisadçıların yorumu muhtelif… Ama siyaseten Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’nun sözleri ibretlik; “Egemenliğimizi teslim ettik.”. Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, Yunanistan’ın içine düştüğü ekonomik bunalımdan çıkabilmek için, egemenlik haklarından bir kısmını Avrupa Birliği’ne teslim ettiklerini söylemiştir;AB’deki ortaklarımızın desteği karşılığında ülke olarak egemenliğimizin bir kısmını teslim ettik.” diyen Yunan Başbakanına, Yunan basını da sert tepki gösterdi. (Milliyet, 13 Şubat 2010, s:8)

IMF, dış kredi imkânları, borç vermeler veya borç çevirmeler, krizden kurtarmalar vs., karşılığında ne verilir, neye söz verilir de bir ülkenin “Egemenlik” haklarını kısıtlanabilir? Biz de, bütün bunları, bize uluslararası piyasanın güveni, dış itibarımızın göstergesi, ekonomimizin gelişim kapasitesi zannediyorduk…..

* Daha önceleri de, Gorbaçov’un bir beyanatı basına yansımıştı: Avrupada 1989’da başlayıp, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sonuçlanan tarihsel gelişmelerin 20. yıldönümünde İngiliz Yayın Kuruluşu BBC’nin Rusça bölümüne bir beyanat vermişti. Bu beyanatında, ABD ile yapılan zirve görüşmelerinin perde arakasındaki bazı olayları aydınlatacak bilgiler verdi. ABD Başkanı’nın ve Dışişleri Bakanı’nın verdikleri sözleri tutmadıklarını, Sovyetlerin 1991 yılında parçalanmasından yararlanarak tutum değiştirdiklerini anlattı ve “Amacım ülkenin parçalanmasını önlemek ve demokratikleşmesini sağlamaktı, ama artık geç kalmıştım.” dedi. (Milliyet, 23 Eylül 2009, s16).. Gorbaçov’a ne diyebilirsiniz? Adam iyi niyetli, temiz, çalışkan ve ülkesini seviyor; ülkesinin birliğini ve demokrasiyi için savunuyor. Öyleyse, o hatalı olamaz… “Batı” onu aldattı!!.

Türkiye iç politikada buhranlı bir dönemden geçiyor.. Belki de, Türkiye’nin 21. yüzyıldaki konumunu tayin edecek bu gelişmelerin, insanların kendi meşreplerine ve pozisyonlarına göre yorumlayıp, toplumu şekillendirme çabalarına şahit oluyoruz.. Ama, Aslı Aydıntaşbaş’ın analizi görmemezlikten, duymamazlıktan gelinemez; Türkiyede, siyasal oyun kuruculuğun (yani sorunların tespitinin, çözüm yollarının tartışılmasının, siyasal gündeme sahip olma gücünün) artık Türkiye’nin siyasal aktörlerinin elinde olmadığına işaret ediyor ki, bu çok önemlidir.. Ve, şöyle bitiriyor yazısını; “ Hükûmet’te, orduda, medyada birçok kişi ülkede Ergenekon ve bazı davaları yönlendiren, bu davalarla ilgili haberleri servis yapan üçüncü bir güç olduğuna, kontrolün onların elinde olduğuna inanıyor… Ancak artık o efsanevi gücün de varlığını, ne amaca hizmet ettiğini anlamak ya da kontrolü elinde tututuğuna inanmak mümkün değil..” (“Kumanda artık kimsenin elinde değil”, Milliyet, 25 Şubat 2010, s:20)

* İşte bu noktalarda “Tarih” devreye girer; tarihin verdiği dersin bedeli bağımsızlık/egemenlik ve vatan topraklarıdır. Yanlış bir politikayla ders alırsın ama, o ders kaybınızı gidermez… Ancak, sonraki kaybınızı önleyebilir.. O da, unutmaz, zihinsel veri tabanında daima güncelleme yaparsanız.. Yoksa, tarih tekrar eder….

No comments: