* Bugün 6 Nisan 2009; geçen hafta, uluslararası politikalar ve Türkiye için çok yoğun bir hafta idi.. 2-3 Nisan tarihlerinde G-20 zirvesi toplandı.. Yine ayın başlarında, Fransa’nın Strasbourg ve Almanya’nın Kehl kentlerinde, 3-4 Nisan’da NATO zirvesi yapıldı.. Arnavutluk ve Hırvatistan, NATO’ya üye oldular.. Böylece üye sayısı 28’e çıktı: Demek ki, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla tasarlanan “yeni dünya düzeni”nin Avrupa ayağı, defalarca yapılan zirvelerde kararlaştırılanlar hemen hemen tamamlanıyor.. Geçen, 2008 Zirve’si Makedonya bakımından tartışmalı olmuştu ve bu devlet, Yunanistan’ın, adı yüzünden yaptığı veto sebebiyle NATO’ya alınmamıştı (Bu sefer de adı geçmedi.).. Yunanistan’la birlikte Güney Kıbrıs Rum Devleti de, Türkiye ile ilgili görüşmeleri veto ediyor ama, NATO Genel Sekreterliği seçiminde Türkiye’nin tutumu hemen şantaj olarak değerlendirilip AB’ye alınıp- alınmamakla tehdit ediliyor. Türkiye’nin uyumlu bir ortak olup- olmayacağı tartışılabilir diye Türkiye tehdit ediliyor..
* Gürcistan, Azerbaycan ve Ukrayna da, NATO’ya üye olmayı bekliyorlardı. Fakat, Rusya’nın Güney Kafkasya’ya girişi ve Gürcistan’ı istilâsı üzerine, bu devletlerin üyeliği artık unutuldu; bunda siyasi bir bilmişlik aramaya gerek yok; küçük müttefiklerin kaderi daima böyledir.. Avrupa devletleri derin diplomasi biliyorlar da, yapıyorlar diye onlara insan üstü vasıflar yakıştırmanın anlamı yok.. Onlar, şimdiden önümüzdeki kışı düşünüyorlar. Kendilerinin ortaya attıklarını iddia ettikleri değerler için mücadele etmeyi, refahlarından feragat etmeyi göze alamıyorlar.. Bunun adı korkaklık değilse, çıkarcılıktır.. (I. ve II. dünya savaşlarını düşünmeyin; yanlış olur.)
* Dün Başkan Obama, Ankara’ya geldi. Bugün de İstanbul’ ageliyor.. Bu iyi bir gelişme; kimi yazarlar, nereden geldiği de önemli diyerek Başkan Obama’nın NATO, AB üzerinden Türkiye’ye gelişini, Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğuna vurgu olarak değerlendiriyorlar.. Hüsn-i kuruntu da olabilir; Obama, Türkiye’den Irak’a gitti netekim… Ancak, siyaset sonuçtan anlar.. Yani, şu anda yapılan görüşmeler, pazarlıklar, kararlar hakkında kimsenin bir şey bilmesine imkân yoktur.. Aradan haftalar, aylar geçtikçe olan şeyleri dikkatle gözleyelim; IMF, krediler, AB, Afganistan, Kuzey Irak, ABD’nin Irak’tan çekilişi, Batı’nın hükümete karşı tutumu, Kıbrıs, Patrikhane gibi.. İyi görebilirsek, faydalı veya zararlı, işte onlardır kararlaştırılanlar.. O zaman gerçek anlaşılır.. Ama zaten o zamana kadar bugün söylediklerimizi biz de, unuturuz zaten.. Bunu bizimle konuşanlar da biliyor, bizi yönetenler de..
* 6-7 Nisan ; BM Medeniyetler İttifakı 2. Forum’u İstanbul’da toplandı.. İlk forum, Madrit’te toplanmıştı (2008).. 3. Forum ise, 2010’da Brezilya’da yapılacak; uluslar arası çıkarların çatıştığı yeni bir plâtform.. Yine Türkiye’ye, Kıbrıs ve Ermenistan’la ilgili baskılar.. Bu devletler, Türkiye’den istediklerini bir parça da Yunanistandan ve Ermenistan’dan isteseler ya.. Ermeniler Karabağ’da işgalci değil mi?
* Suzan Sabancı Dinçer, Sarıyer’deki Ahmet Arif Paşa yalısını 58 milyon TL’ye TMSF’den almış.. Yine TMSF’den, Halis Toprak’a ait İstanbul İstinye’deki Arslanlı Köşkü, tekstilci Remzi Gür 23 milyon 800 bin TL’ye satın almış: Bu kriz ortamında bu paraların, bu iş adamlarının iş yaptıkları alanlara yatırarak, çalışanlarına imkânlar yaratmaları beklenirdi..
* Direnme Kültürü
Bugün (21 Nisan 2009) Yaman Törüner’in, Milliyet’teki “Yeniliğe Direnin” başlıklı yazısı bana, toplumumuzdaki direnme kültürü hakkında yeniden bazı şeyler düşündürdü.. Direnme kültürü kavramını adı geçen yazıdan bağımsız olarak, gündelik olayları izledikçe, insanların kurallar karşısında tutumlarını gördükçe hep düşünmüşümdür..
Yaman Törüner yazısında, ABD Merkez Bankası’nda çalıştığı yıllarda bilgisayar, para sayma makinesi gibi yeni bulunan bazı şeylerin başlangıçta gereksizliğini düşündüğünü, bunu ifade ettiğinde, kendisine ABD Merkez Bankası’nın ülkede yenilikleri ve yeni buluşları desteklemek gibi bir fonksiyonu olduğu söyleniyor; bu aletler şimdi gayet küçülmüş boyutlarda, masa üstünde kullanılıyor ve onlarsız da yapılamıyor; buradan çıkarılacak ders, yeni ve güzel şeylere direnmemek..
Toplumsal kurallara neden uyulmaz? İnsanlara şunu yapmalısın dendiğinde neden aksini yaparlar? Hatta ilginçtir, bazı insanlara yaptırmak istediğin şeyin (bilinçli olarak) aksini söylersen yaptırabilirsin!. Hele eğitimde, öğrenci neden kendisinden istenilenin aksini yapar? Neden, çıkılmaz denen yerden çıkılır, inilmez denilen yerden inilir? Boğaz’da, beyaz donla denize girilir? Pırıl pırıl parklarda niye yerlere yatıp uyunulur? “Çiçekleri koparmayınız!”, “Yerlere tükürmeyiniz!” “Duvarlara yazı yazmayınız.”, “Buraya çöp dökmeyin.”, “Çimleri çiğnemeyin” v.s gibi uyarı levhaları başka hangi ülkelerde vardır?
Bunlar, yüzbinlik, milyonluk şehirlerde yaşamayı kolaylaştıran kurallar; bunların aksini yapanlar herkesten doğru düşündüğünü mü sanıyorlar, açık gözlük yaptıklarını mı düşünüyorlar? Yoksa bu kadar büyük ve kalabalık şehirlerde yaşama alışkanlığı mı yok?.. Bütün bunlara savunma mekanizmasıyla mazeret bulmaya çalışmadan, doğal göstermeye uğraşmadan, içinde yaşadığımız topluma karşı anlamsız bir kendini ispat psikolojisine kapılmadan yanlış alışkanlıkları itiraf edelim ve bir Roma imparatorunun dediği gibi, “Roma’da Romalı gibi yaşanır..” diyelim..
* Nisan ayının malûm günü; 24 Nisan geldi ve Başkan Obama, soykırım anlamında “Genocide” demedi ama, Ermeni dilinde aynı anlama gelen “Medz Yeghem” (Büyük felâket) dedi; bir büyük olayda Cihan Harbi’nde yaşanan acıların bir tarafı için, yani Ermeniler için üzüldüğünü belirtti.. Tango iki kişiyle yapılır derler; bu büyük çatışmanın Türk acıları, kayıpları, toplu katliâma uğrayanlarının acıları saygıya, üzüntüye değer değil midir? Çifte standart desek ne olacak? Bu yüzyıllardır böyle; savaşı Yunanlılar veya Ermeniler kazanırsa “zafer”, Türkler kazanırsa adı “soykırım” oluyor.. İster Havai Parlamentosu, isterse Başkan Obama, bir bilimsel araştırmaya veya bilimsel kurum ve kuruluşların yayınlarına ve raporlarına dayanarak mı bu kararı alıyorlar?. Hayır.. Politika öyle gerektiriyor; Türkiye’yi, Orta Doğu’da kendi stratejik hedefleri doğrultusunda yönlendirmek politikası.. Ermenistan ve Yunanistan da, Türk İstiklâl Savaşı’nda uğradıkları ağır yenilginin travmasıyla “düşmanlıkları” canlı tutarak ulusal politikaları istikametinde yararlar sağlamaya çalışıyorlar..
Şimdi 19 Mayıs geliyor; bu sefer de Yunanistan’ın “Pontus Soykırımı” saçmalıklarını dinleyeceğiz: Türk ve Türkiye düşmanlığı üzerine bir iç ve dış politika inşası… Kim dinler İzmir’in işgalini, kim dinler Anadoludaki Yunan zulmünü, Yunan ordusu ne arar Afyonkarahisar yaylasında diye kim sorar, ateşkes yapıldığı halde Yunan ordusu Bursa’yı niye işgal eder diye kim sorar? Yunan ordusunun ne işi var Haymana ovasında diye kim sorar? Ama filân devlet başkanı, falan kurum, filân parlamento Rumlar’ın, Yunanlılar’ın acsını paylaşır!!!! Kimden şikâyetçi olacaksın; bizim aydınımız, gençlerimiz bu işlere kayıtsız..
No comments:
Post a Comment