* Ağustos ayı başından itibaren bir “Kürt açılımı” sözü ortaya atıldı.. En baştaki hata Türkiye’nin bir sorununun ırk adıyla tanımlanarak gündeme alınması. Bu arada basın da, DTP’yi “Kürt partisi” diye tanımlayarak haberler yapmaya ve yorumlar yayımlamaya başladı; hani Anayasa’ya göre, partiler bütün Türkiye’nin, milletvekilleri de yalnızca seçildiği ilin değil bütün milletin vekilleri idiler ya.. Osmanlı’nın meşrutiyet meclislerine mi dönüyoruz; Türk partisi veya varlığı iddia edilen ırklar temelinde etnik partiler kurulup meclise nüfusları oranında milletvekilleri mi sokacaklar.. Bu toplumu ve devleti ayrıştırma sürecini başlatmaz mı? Aynı suda iki defa çimilir mi? ( Nitekim, 15-16 Ağustos günlerinden itibaren, basında ve resmî ağızlarda, “Demokratik açılım” sözü duyulmaya başlandı.)

* “Ülke düzeyinde kimlik temelli genel siyaset yolunun açılması”nı öneriyor Prof.Dr. Mithat Sancar (05.08.2009, Milliyet); AB temsilcileri de bir ara buna benzer bir söz sarfederek, bir Kürt partisi olmalı demişlerdi.. Herhalde, etnik kimlik temelli bir Çerkez , Laz, vs, vs, vs partisi de olmalı değil mi? Veya dinsel kimlik temelli politika da yapılabilmeli mi? Yani yukarıdaki mantık.. Bu tecrübeler Tanzimat’tan bu yana yaşanıyor ya.. Bütün bu tecrübelerden yola çıkarak ve İstiklal Savaşı vererek ortaya çıkan Atatürk tecrübesiyle veya cumhuriyet tecrübesiyle yeniden hayat bulmadık mı?

* Bazı unvan, güç ve statü sahibi insanların ağızlarından çıkanlar, bazen bu özellikleriyle orantılı olmuyor; bu konumlara gelmelerinin amacı, sanki bu sözleri söyleyebilmek, söylediklerinin etkisini artırmak içinmiş gibi…..

* Sayın Prof.Dr. Kemal Karpat’ın akıl, izan ve tecrübe ile söylediği şu sözlere kulak vermek gerek: “Hiç kimse, hiç bir yerde, kendini azınlık olarak görmek isteyenlere imtiyaz haklar tanıyarak, yurdun ezici çoğunluğunu oluşturan kimselerin kimliğini, varlığını hiçe sayan kararlara uymasını isteyemez.” (05.08.2009, Milliyet)

* Sayın Deniz Bölükbaşı’nın da dediği gibi, “Kürt açılımı” sonucunda ortaya çıkan taslak halkoyuna/ referanduma sunulmayacak mı? Demokraside sorunların tıkandığı noktada çözüm seçim, referandum, istifa gibi müesseseler değil midir? DTP de dahil olarak, bu sorunu bütün Türkiye halkıyla beraber çözmek istemiyorlar mı? Yoksa halka, senin işin bizi seçinceye kadardı, gerisine karışma mı denecek? Tek parti yönetimi veya İttihad Terakki triumvirası (üçlüsü) artık çok geride kaldı..

* Bu hususlarda görüş bildirenler, PKK ve Öcalan’ın bu süreçte yer almamasını, yoksa tıkanıklıklar olacağını söylüyorlar, ama bir taraftan da neler teklif edilecek diye beklemedeler..Bir kısmı ise, onsuz olmaz diyorlar. Ona da haklı, burada da haklılıklar olabilir diyen ifadeler kullanıyorlar.. Yahut sütun sütun yorumlarda bulunup, şunu dedi, bunu demek istedi diyorlar..

* Bir de genel olarak görülen, Türkiye Cumhuriyeti Develti’nin, halkının bir kısmıyla pazarlık eder görüntüsü; gerekçe? Biz kalabalığız ve silâhlı güçlerimiz var..

* Büyükelçi Ümit Pamir’in söyleşisi ve teklifleri (7 Ağustos 2009, Milliyet, s:16), bazı şeyleri genel konuşulur hale getirdi: ayrılınacaksa da, bir arada yaşanacaksa da, bu durum bir referandumla belli olsun ve herkes yolunu bilsin diyor.. Sanki bir bıkmışlık, usanmışlıkla.. Ama, siyasal, tarihsel, sosyolojik gerçeklikten uzak bir zihin egzersizi: Amerikan iç harbinde güneyliler ayrılalım deyince kuzeyliler “peki” mi dedi? Teksas ayrılırım derken öbür eyaletler “peki” mi diyor? Kuzey İtalya, fakir güneyi ve Sicilya’yı kendi kaderine terkedelim derken İtalyanlar “peki” mi diyor?

* Kore, Vietnam, Almanya “hadi öyleyse bölünelim.” deyip mi bölündüler? Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, İstiklâl Savaşı yapılırken, bir Kürt devleti vardı da, sonradan Türkiye’ye katıldı da mı, şimdi ayrılacak? Kaldı ki, Sayın Rıza Türmen, “kendi kaderini tayin etme” (self-determination) hakkının, sadece sömürge yönetimi altında yaşayan halklar için söz konusu olduğunu, uluslar arası hukukta, bir devletten ayrılma hakkı diye bir hakkın bulunmadığını yazıyor (“Kürt sorununa çözüm arayışları, Milliyet, 17 Ağustos 2009, s:16)..

* Görülen bir de şu: DTP artık Kürt halkının (?) temsilci ve söcüsü olarak kabul edilmiş gibi.. Bu yasal dayanağı olmayan bir anlayış. Her parti gibi o da düşüncelerini söyler.. Diğer partiler de, sorunlar ve çözüm yollarını tartışır; yeter ki, yeni projeler ortaya koysunlar, önümüzdeki yıllar, onyıllarla ilgili düşüncelerini dürüstçe açıklasınlar. Bizden yetki aldıktan sonra, bize söylemedikleri şeyleri yapmaya kalkmasınlar; o zaman bir dahaki seçimlere kadar iş işten geçmiş olur. Neticede memlekette seçim var; halk ne derse o olur..

* Açılım, birden moda oldu sanatçılar, sanayiciler, aydınlar (?) açılım konserleri, açılım paketleri, açılım bildirileri vermeye başladılar..

* Sonuç;

1- Türkiye’nin, şiddet, silâhlı başkaldırı, türban, yeniden ikili toplum görüntüsüne ve yaşam tarzına gidiş, terör, birbirinin varlığını reddetme ve direnme kültürü, yolsuzluk ve yoksulluk vb. gibi adına ne derseniz deyin, sorunlarını çözerek, aşarak nasıl bir ülke olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Ama, bu meselelerde neden devlet politikaları ve sanki Türk halkı (veya ben mi yanlış anlıyorum?) suçlanır, AB’ye, ABD’ye şikayet eder havası yaratılır? PKK terörü, katliamlar unutuldu mu? Tayin olup giden öğretmen, hemşire, memur, emniyet görevlilerinin öldürülmesi ve belirli bir bölgeden uzaklaştırılması, iş makinalarının yakılması, okulların tahrib edilmesi niye unutuluyor?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerleri korunarak, tek bayrak, tek millet olunsa güç ve refah tabiî ki artar, devlet tabiî ki daha güçlü olur; bundan her vatandaş tabiî ki fayda görür. Ama, bunu Türk halkına ve devlet yönetimine telkin edenler, bu telkini, bu değerlerin karşısında olanlara da söyleseler ya…

2- Etnik temelli siyaset yapılamamalıdır; böyle bir siyasetin tarihsel / meşrû bir sebebi ve sosyolojik bir gerçekliği yoktur; insanların, etnik özelliklerini seçme iradesi yoktur. Yani kimse ana ve babasını seçemez, ancak milletini seçer, seçiyor de nitekim… Öyleyse etnik temelli bir anlayışı siyasetin ekseni yapmak yanlış ve faydasızdır; “Demokrasi” anlayışı güçlendirilmelidir.

3- Dinsel temelli siyaset yapılamamalıdır; veya insanlarımız bu politikalara pirim vermemelidir. Ama, tabiî ki insanların bir inancı olacaktır; fakat kalabalık bir inanç grubu veya ekonomik bakımdan güçlü bir inanç grubu veya bir şekilde siyasal gücü eline geçiren bir inanç grubu kendi inancını siyasetinin ekseni yaparsa, yani onun izni nispetinde diğerlerine yaşam alanı sağlanırsa, yine toplumda dirlik düzenlik olmaz; böyle bir sistemin adı da Teokrasi olur; öyleyse “Lâiklik” anlayışı güçlendirilmelidir.

* Bütün mesele, nasıl “herkes” olunacağıdır; toplumun “herkes” olabilmesidir… Bir sorun da, bu “herkes”in adının ne olacağıdır? Feodalite ve imparatorluklar çağında devlete de, halka da, adını “hanedan” veriyordu; 20.yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı (Türk) İmparatorluğu’nun artık “imparatorluk” yapısıyla yaşayamayacağı anlaşılmıştı: “Osmanlı” olan unsurlar, imparatorluktan ülkeler kopararak ayrılmışlardı.. Kopan ülkelerdeki Türkler Anadolu’ya göçmüşler, buna mukabil diğer unsurlar Anadolu’yu terketmişlerdi.. Son durum da, Lozan Anlaşması’yla tespit edilmişti; Anadolu’nun yüzde yüze yakın bir unsuru Türkçe konuşmaktaydı.. Ayrıca, Beylikler, Selçuklu, Osmanlı devletleri “Türk” değil miydi; Anadolu’da başka bir devlet mi oldu? Atatürk’ün yaptığı, adını koymaktan ibarettir; 1921 Anayasasına göre bu devletin adı “Türkiye Devleti”dir (Madde 3).. Burası, (başkaları da olabilir ama) Türkler’in yurdudur.. 1876 Anayasa’sından bu yana “Devletin dili Türkçedir” (Madde 18). Hatta devlet hizmetinde görev alabilmek için Türkçe bilmek şarttır (Madde 18).. Milletvekili olabilmek için de, Türkçe bilmek şarttır (Madde 68): İşte, imparatorluk sona ererken “millî” devlet ve toplum bu şartlarda ortaya çıkmıştır ve Türkiye Cumhuriyeti bir millî devlettir. Bu durum diğer unsurların varlıklarını red anlamına gelmez..

* Sonuçlardan acı olanı ne bilir misiniz? Bu tartışmalar, arayışlar bile, ABD’nin Irak’tan bir zaman diliminde çekilme süreciyle başlamış olması.. Bu bile, o zamanlamayla paralel; Türkiye’nin hangi renk olduğu bilinemeyen devrimi/ dönüştürülmesi de böyle oluyor/olacak herhalde.. Keşke yanılsak ama, Türkiye Gorbaçov’unu arıyor sanki…..