* Artık, açılımın adıyla bahsetmek çok uzun olmaya başladı.. Yazarlar veya bu hususlarda konuşanlar, reddedilmesi kolay olmayan ifadelerle bu açılımı tanımlıyorlar; barışçı açılım, kardeşlik ve barış açılımı, Türkiye’nin birlik açılımı gibi … Bu tanımlamaları kim reddedebilir? Basında çıkan haberlerden anlaşıldığına göre, G-20 toplantıları sebebiyle ABD’de bulunan Sayın Başbakan, açılımı burada da anlatacağını ifade etti.. Bir taraftan da Irak ve Suriye ile görüşmeler sürüyor; PKK terör örgütünün içinde 1500 kadar Suriyeli’nin olduğu ifade ediliyor.. Türkiye, bir çözüme girişse, kendi vatandaşı olmayan bu mensupların durumu ne olacak diye soruluyor.. Acaba böylece, bir sorun uluslar arası boyutlara mı taşınıyor? Balkan sorunlarından edindiğimiz tecrübe ile, bunun sonraki aşaması yabancı güçlerin müdahalesidir; Balkan sorunlarına Napolyon, Korfu Adası’nı işgal ederek Mora yarımadasında “milliyetçilik” akımlarını destekleyerek müdahele etmeye yeltenmişti. Rusya, 1774 den itibaren Slâvcılık ve Ortodokslar’ın koruyuculuğu adına müdahale etmişti.. 1908/1909 yıllarında Avusturya, siyasal güç dengeleri bahanesiyle Bosna-Hersek’i işgal etmişti. 1878 Berlin Anlaşması’yla da yine Rusya, Ermeniler’in, Kürt aşiretlerinin ve Çerkezler’in saldırılarından korunması hususunu Osmanlı Devleti’ne kabul ettirmişti; nitekim bunun arkasından, Ermenilerin güvenliği sebebiyle Rusya müdahalesi ve baskısı hep hissedilecektir.
* Mondros Mütarekesi’nden sonra da öyle olmadı mı? Gerçekten bu dönemde Ermeniler ve Rumlar, bulundukları yerlerde Müslümanlar’ın tehdidi altında olduklarını, can güvenliklerinin tehlikede olduğunu propaganda ederek yabancı güçlerin Anadolu topraklarına müdahalelerini ve işgalleri teşvik etmişlerdi; böylece siyasi emellerine ulaşabileceklerini düşünmüşlerdir. Bu propagandalar Paris Barış Konferansı’nda semeresini vermiş ve büyük güçler tarafından, Yunan ordusunun İzmir’i ve Batı Anadolu’yu işgali kararı alınmıştı. Ermeniler de, aynı propaganda ile ABD himayesinde bir Ermenistan kurma peşinde idiler.. Bu iddiaların doğru olmadıkları, Amiral Bristol ve General Harbord raporlarıyla kanıtlanmış olsa bile Anadolu’nun işgali, istilâsı ve paylaşılma tasarılarından vazgeçildi mi?
* Tarih niye öğrenilir, tecrübeler ne işe yarar; tabii ki temenni edilmez ama, Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne benzer iddiaların yöneltildiğini görmek siyasal bir endişeye sebep olmaktadır..
* Açılım tartışmalarının bir iyi yanının şu olduğu düşünülebilir mi? Böylece, meselenin iç yüzünü “herkes”in görmesi mümkün olmuştur; mesele kültürünü yaşamak inancının gereğini yerine getirmek, dilini konuşmak ve öğrenmek, demokrasi vs. değildir. Ortada silahlı ve sivil bir ayaklanma vardır; o zaman akıllıca, konuyu çözümleyen sorular sormak lazımdır: Niye ayrı bayrak, niye ayrı bir siyasal coğrafya, niye ayrı bir güvenlik gücü, niye ayrı okullar, niye ayrı mülkî yönetim, (çoğu Hititçe, Ermenice hatta Asurice’den gelmiş olmasına rağmen Kürtçe diye iddia ederek) niye ayrı adlandırmalar, niye Türkçe konuşmama ısrarı, (her vesile ile) niye ayrı bir kamu vicdanı yaratma gayreti, niye etnik kimliğine göre nüfus tespiti isteği vs. vs. Böyle, böyle olduğunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti daha mı güçlü olacak, halk daha mı mutlu olacak, ekonomik ve kültürel kalkınma mı gerçekleşecek, halkın birlik ve beraberlik bilinci daha mı artacak, iç ve dış sorunlar karşısında toplumsal dayanma gücü daha mı artacak vs.,vs…?
* Bu tarih, bu tecrübeler niye yaşandı öyleyse?..
No comments:
Post a Comment