* Ekim ayı başlarından itibaren Türkiye’nin gündemine yeni konular girmeye başladı; Doğan Holding’e kesilen, ederinden daha büyük vergi cezası, parti kongreleri, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın beyanatlerı üzerine yapılan tartışmalar ve en önemlisi de, Dünya Bankası ve İMF İstanbul toplantılarının başlaması.. Bu yoğun gündem, protestolar ve bu protestoların arasında zaman zaman açılım sözü de gündeme geldi.. Önce, iktidar çevrelerinde açılıma Amerikalı sinema sanatçısı Kevin Costner’in de destek verdiği, arkasından MHP milletvekili Oktay Vural tarafından, bu haberin doğru olmadığı yolunda açıklamaları meseleyi magazin dünyasına taşıdı; neticede, bu doğru olmayan haberi gerçekmiş gibi basına açıklayan AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen, bu makamını kaybetti, Kevin Costner’ın da, 16 Ekim 2009 için planlanan İstanbul konseri iptal edildi… Bu arada, 1980’li yılların erotik filmlerinin ünlü Amerikalı yıldızı Bo Derek Türkiye’ye geldi.. Ne alâka demeyin; o, açılım hakkında konuşmadı ama magazin basınında okuduğum beyanatıyla ciddi ve doğru bir söylemde bulundu ve şöyle dedi: “Bush ve Obama arasında hiç bir fark yok. Önce Bush’u, sonra Obama’yı destekledim. Ben tam ortasındayım. Çünkü Amerika’da oturmuş bir sistem vardır. Bu sistemde başkan önemlidir ama öylesine köklü bir geçmiş ve dengeler vardır ki, Başkan kim olursa olsun bu sistemin değişmesine izin verilmez.” (CafeMilliyet, 8 Ekim 2009, s:3) Aslında, Sayın Bo Derek, (eğer, 20 Ocak 2009’da Başkan Obama’nın Başkanlık görevini devralma töreninden sonra yazılanları unutmadıysanız) siyasî danışman olarak hizmet verebilir!

* 10 Ekim 2009, Türkiye ile Ermenistan arasına iyi dostluk ilişkilerinin ve iki ülke arasındaki sorunların çözüm sürecini başlatacağı umulan protokoller Zürih’te (İsviçre) imzalandı.. İmza töreninde ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları ve AB Yüksek Temsilcisi Solana da gözlemci olarak bulundular; herhalde aslında, bu süreci desteklediklerini ve taraflardan birininin son anda bir manevra ile kaçmasını önlemek ister gibi.. Nitekim, Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın imzadan kaçınması üzerine çıkan krizi ABD Dışişleri Bakanı’nın müdahaleyle çözmesi gibi.

* Aslında, “yeni dünya düzeni”nin gereği olarak artık sıranın Güney Kafkasya’ya geldiğini söyleyebiliriz: Malûm, Doğu Avrupa’nın düzeni artık kuruldu, oturdu.. Orta Asya zaten pek sarsıntı görmeden yeni düzenini, sınırlarını ve ilişkiler manzumesini Rusya’nın gözetiminde kurdu.. Gürcistan meselesinden ötürü zaten Rusya’nın, ABD’ye diplomatik bir de borcu var.. Bu hususta, herkesin bildiği bir şey ama, Türkiye ve Türklüğün çıkarlarının korunması; herhalde bu hususta Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve diğer Kafkasya halklarından, kıyaslanamaz şekilde güçlü.. Bu gücün diplomatik karşılığını alması da Türk Hükûmeti’nin becerisine kalmış bir şey artık….

* “Açılım” politikası zik zaklarla devam ediyor; Türkiye-İsrail ilişkilerinde açılım politikası, bir kapanım biçiminde tecelli etti; aslında, “Anadolu Kartalı” tatbikatını iptal etmekte ve İsrail’in nükleer gücünü eleştirmekte Türkiye haklı.. İsrail’in nükleer gücü, Filistinliler için fazla.. O halde, bu nükleer güç kimin için? İran için mi, diye düşünmeyelim; İran’ın nükleer gücü meselesi daha bir-iki yıllık bir mesele… Suriye ile “açılım” politikası iyi bir seyirde gidiyor anlaşılan.. Aynı açılım politikası Irak ile de olacakmış; elbette iyi olur. Yalnız, bu tereddütlü ifadeler bir taraftarlık veya karşı çıkışlık olarak algılanmasın; çünkü, politikaların arka planını, doğal olarak bilmiyoruz.. Dolayısıyla, politikacılara da , bu kadar kolay malzeme olmayalım.. Gelişmelere, Türkiye’nin çıkarları ve barış açısından bakarak ve iyi niyetle yaklaşılınca nasıl karşı çıkılabilir? Politikacılar bu ortamı, kısır ve kısa vadeli politik çıkarları, için sömürmemeli, suistimal etmemeli; neticede, siyaset sonuçtan anlar.. Atatürk’ün, II. Dünya Savaşı öncesinde vasiyet gibi söylediği sözü unutmamalı; yaklaşan II. Dünya Savaşı’nı imâ ederek, “devlet adamlarının görevi, bu fırtınada devlet gemisini kayalara çarptırmadan yüzdürmektir.” demişti.. Hakkını teslim etmek gerekir ki, İsmet Paşa da, bu siyaseti başarıyla yürütmüştür.

* 19 Ekim 2009 günü yine bütün dikkatler ve söylemler birden “Kürt” meselesine odaklandı; akşam 17.00’den itibaren PKK ve Mahmur Kampı uzantılarından bir grup Irak sınırından (?) Türkiye’ye (?) geldiler.. Gelenlerin söyledikleri, “Teslim olmaya gelmedik.” sözlerini, “Etkin Pişmanlık Yasası”ndan yararlanmak istemediklerini belirten sözlerini ve daha başka manzaraları televizyonlardan canlı yayın olarak izledik; devletimizin, yöneticilerimizin söylediği gibi “büyük” ve “güçlü” olduğunu gördük..

* tvnet’in 23.00 haberlerinde (tam olarak 23.20’de) şu haber geçti: Kuzey Iraktaki PKK militanları ABD ordusunda paralı asker olarak görev alıyorlar.. Haberin devamında, bu paralı askerlerin Afganistanda görevlendirildiği ve iyi para aldıkları belirtildi..Hatta bir süre sonra “Green card” da alabilecekleri bildirildi.

* Aslında PKKlıların gelişi yeni bir perestroya gibi; yıllarca Komünizm tehlikesi diye yönlendirilen toplum ve politikalar ve sol anarşi öyle bir algı yaratmıştı ki, bütün bu faaliyetler Rusya tarafından besleniyor, destekleniyor.. Halbuki, 1990’dan sonra görüldü ki, hepsinin arkasından (herhalde ABD destekli) Avrupa çıktı.. Yani ne Rusya, ne de Rus gizli servisi KGB görülmedi. Zaten komünist örgütlerin liderleri ve mensupları da Norveç, İngiltere, Hollanda ve Fransaya kaçtılar.. Türkiye 30 yıldır bunları takiple uğraşıyor.. Yeni prestroykada, yani PKK militanlarının Türkiyeye gelmeleri, geri kalanlarının tasfiyesi, liderlerinin nereye gideceği meselesi yine ABD-AB, Norveç tarafından organize ediliyor.

* Diğer mesele; yıllar önce bir gecede 7 binden fazla Kürt peşmerge bir gecede ABD Guam adasına götürüldü; ne oldu bunlar? Eğitildiler de Irak’a geri mi geldiler? Şimdi de paralı asker olarak ABD ordusunda görevlerine devam mı ediyorlar?

* Yoksa, Türkiye yıllarca PKK ile çarpıştığını zannaderken aynı kılığın içinde başka bir güçle mi çarpışıyordu? Kürtçe konuşan vatandaşlarımız da, gerçekten dağa çıktı denilenlerin çarpıştığını zannederek için için düşmanlıkla bilendi mi? Gelen vatandaşlarımız da, abartmadan, kahramanlık havalarına kendilerini kaptırmadan, toplumsal karizmanın cerbezesine kendilerini kaptırmadam anılarını dürüstçe, bir an evvel yazarlarsa kollektif hafızaya katkıda bulunmuş olacaklar..

* Gerçekte Türkiye, ABD ile anlaşma yapıyor galiba..

* Avrupa’dan gelecek olduğu bildirilen PKK heyetinin, İstanbul’da tepkilere sebep olacağı, olaylara hakim olunamayacağı endişesi ağır basıyor, Valilik böyle bir gösteriye izin verilmeyeceğini söyledi.. Hükümetin önde gelen kişileri de yumuşak/sert beyanatlar verirken birden heyetin gelemiyebileceği haberleri yayıldı; anlaşılan Diyarbakırda ve Haburda, olaylar sırasında polis ve asker yokmuş, İpsalada , Elazığda varmış, hemen olaylara müdahale etmişler..

* PKK temsilcilerinin meydan okuyan tavırları tepkilere neden olmaya devam ediyor; kimi yerlerde efeler bayraklarla dağdan inip bildiri okuyarak, bir kısım gençler bayraklarla protesto gösterilerinde bulunuyorlar..Şu ilgimi çekti; tekbirlerle slogan atıyorlar.. Sanki PKKlılar ve onların taraftarları Müslüman değil mi? Osmanlıyı hatırlatıyor insana; Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve ona uyarak ayaklanan bir kısım Arap halk Müslüman değil miydi? Yani dinsel motifli politika ile karşı çıkmanın faydası olacağını sanmıyorum.. Fakat, Kürt bölücüler, meydan okumalarının, siyasal restlerinin görülebileceğini hesaba katmıyorlar galiba.. Ya da çok büyük güçlere güveniyorlar..

* Ekim ayı fırtına gibi geçti; Türk milletinin ve Türk devletinin sonsuza kadar yaşaması dileğiyle “Cumhuriyet Bayramı”nın 86. Yılı kutlu olsun…