5 Eylül günü, İstanbul’dan gelen arkadaşlar sunumlarını yaptıkları için sabah oturumlarına katılmayıp Türkistan Eyaletine (Kazakistan) ve Türkistan Eyaleti’nin başkenti Türkistan kentine geçerek Ahmet Yesevî Türbesi’ni ziyaret yolculuğuna çıktık; burada şehirlerin girişlerinde fotoğrafta görüldüğü gibi büyük ve güzel kapılar inşa edilmiş. Tarihi kaynaklara göre M.S IV. Yüzyılda kurulan, eski adı ‘’Yesi’’ olan, Türkistan şehri, görüşleri ve günümüze dek etkileri devam eden öğretisiyle Hoca Ahmet Yesevî’nin doğduğu ve ölene dek yaşadığı yer olmuştur. Kazakistan’ın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan ilk tarihî eseri olan Hoca Ahmet Yesevî Türbesi, şehrin görkemli yapılarından biridir. Söz konusu türbe XIV. yüzyılda Emir Timur tarafından inşa ettirilmiş, Türkistan coğrafyasını değerli kılan, inanc merkezi hâline dönüştüren bir eser olmuştur.
Yeniden otobüse biniş ve Türkistan’a hareket; Türkistan kenti,
eyaletin başkenti olarak bir proje şehir, bir prestij şehir olarak plânlanmış;
buna da çok değer. Bu hususta Türkistan Eyaleti Valisi Prof. Dr. Janseyit
Tüvmebayev, bizlere çok değerli bilgiler
vermiştir. Aslında bu proje bütün Türk dünyasının projesi olmalıdır diye
düşünüyorum.
Ata Yesevî veya Hazreti
Türkistan adlarıyla da tanınan Hoca Ahmet Yesevî Türkistan şehrine
40 km. kadar mesafedeki Sayram
kentinde, Milâdî 1093 yılında doğmuş ve 1166 yılında Türkistan’da vefat etmiş
ve burada toprağa verilmiştir. Hoca Ahmet Yesevî tarikat kurucusu, şair ve din
büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nâdir kişilerdendir.
Bilhassa Sır-Derya ırmağı (Seyhun Nehri) çevresinde, Taşkent (Özbekistan’ın
başkenti) dolaylarında, Seyhun ötelerindeki bozkırlarda yaşayan köylü ve
konar-göçer Türklerin kendisine ve onun tasavvufi tarikatı Yesevîliğe olan
tutkunluklarından ötürü, tarihî şahsiyeti efsaneler altında gizlenmiş, kimliği
menkıbelere karışmıştır. Ahmet Yesevî, “İbrahim”
adında bir şeyh olan babasını 7 yaşında iken kaybetmiş ve ablasıyla birlikte,
Türk geleneğinin Oğuz Han'ın başkenti olarak gösterdiği “Yesi” şehrine göçmüşlerdir. Burada ilk tasavvuf terbiyesini Arslan Baba’dan almış, sonra da
Buhara'ya giderek zamanın en büyük âlim ve mutasavvıflarından ders görmüştür.
Çağının en meşhur sofisi Şeyh Yusuf-ı
Hemedanî'nin müridi olarak onun sevgisini ve güvenini kazanmış, o öldükten
bir müddet sonra da onun postuna geçmiştir. Daha sonra Yesi’ye dönmüş ve
ölünceye kadar orada yaşamıştır (https://www.turkedebiyati.org/ahmet_yesevi.html).
Hoca Ahmet Yesevî’nin mezarı ve Yesevî
tarikatının ve Ahmet Yesevî öğretisinin etki alanını gösteren harita
(5 Eylül 2018, Yesi, Ahmet Yesevî çilehanesindeki harita)
“Yesevîye Tarikatı”, Maveraünnehr’in bu konar-göçer Türkmen
muhitinde büyük bir hızla yayılmış, Seyhun Irmağı kıyılarından Harezm
bozkırlarına, Asya sahralarına ulaşmıştır. 13. yüzyıl ortalarına doğru başlayan
Moğol istilâsının önü sıra çekilen Türkmenler tarafından Horasan, İran,
Azerbaycan Türkleri arasına girmiştir; “Alp-Erenler”, “Horasan Erenleri” olarak
Anadolu'ya girmiş ve 13. yüzyıl
içinde Anadolu'da görülmeye başlayan Bektaşîlik,
Babaîlik,
Haydarîlik
hep o millî Yesevîlik tarikatından çıkmış kollar olmuştur. İleride Yunus Emre'nin
mürşidi sayılacak olan Sarı Saltuk, sonra Anadolu
Ahiliğinin mürşidi sayılan Ahi Evren, Osman Gazi'nin ermiş
kayınbabası Ede-Balı, Orhangazi'nin mürşidi Geyikli Baba ve daha
niceleri Yesevîye tarikatının mensubu ve Anadolu’nun manevî fatihleridir.
Ahmet Yesevî’nin, Hazret-i Muhammed'e olan tutkunluğu dolayısıyle
onun yaşadığı yıllardan fazla yaşamak istemediği söylenir; Hz. Peygamber 63
yaşında vefat ettiğine göre, o da 63 yaşına gelince kendisine yer altında bir
hücre kazdırmış ve bugün “Çilehane”
diye adlandırılıp ziyaret edilen bölümde hayatını tamamlamıştır.
Türbenin hikâyesine gelince: “Ahmed
Yesevi Türbesi’nin yapımı ile ilgili bir rivayet de Türk tarihi yönünden önemli
bir boyutu ortaya sermektedir. Bu rivayete göre vefatından sonra da kerametleri
devam eden Ahmed Yesevi, kendisinden iki asır sonra yaşayan büyük Türk hanı
Emir Timur’ un rüyasına girerek Buharâ’nın fethini müjdeler. Bu işaret üzerine
Buhara üzerine sefere çıkan Emir Timur (1336-1405), zafere ulaştıktan sonra
manevi bir şükran hissi ile Ahmed Yesevi’yi ziyaret için Yesi’ ye gelir. 1396
yılı Eylül’ünde Ahmed Yesevi’nin mütevazi kabrini ziyaret eden Emir Timur,
yanında bulunanlardan Mevlana Abdullâh Sadrı Ahmed Yesevi’ye ait kabrin üzerine
muhteşem bir türbe yapımıyla görevlendirir ve türbe yapımına ilişkin bazı
ölçüleri bizzat belirler. O dönem Türkistan’ın en ünlü mimarı Hoca Hüseyin
Şirazi adlı bir mimar tarafından külliyenin inşaına başlanır. Devrin mimari
şaheserlerinden olan türbenin yapımı iki yılda tamamlanır; türbe yine Emir
Timur’un direktifi ile türbeye eklenen mescid, dergah, mutfak ve diğer hizmet
binaları ile beraber büyük bir külliye halini alır. Bu muazzam eserin
tamamlanmasından sonra ziyarete gelen Emir Timur, Yesi kentinin yoksullarının
ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere birçok sadakada bulunur; aynca türbenin ve
müştemilatındaki dergahın ihtiyaçları için de türbeyi çepeçevre kuşatan geniş
bir araziyi ve Türkistan’daki sulama kanallarının gelirlerini vakfiye olarak
tesbit eder. Emir Timur’un Hoca Ahmed Yesevi’ye duyduğu saygı O’nun manevi
tasarrufuna olan inancını açıkça göstermektedir.Sovyet Rus yönetimi altındaki
yıllarda Türkistan’daki Ahmed Yesevi Külliyesi’ nin Türkistan’ın çeşitli
yerlerinden gelen çeşitli Türk boylarından müslümanlar nezdindeki itibarı -bu
uğurda çok gayret edilmesine rağmen- yok edilememiştir. Ahmed Yesevf nin manevi
otoritesini yıkamayan Rus yönetimi O’nun türbesinin de bulunduğu külliyeyi
“Kültür-park” adı altında bir müze haline getirip dini maksatlı ziyareti ve
dergahta herhangi bir şekilde ibadet edilmesini yasaklamasına rağmen Türkistan
müslümanları külliyeyi asliyetine uygun olarak yaşatma azmini sürdürmüşlerdir.Bu arada dergah içinde yer alan tarihi
kıymete haiz birçok eşya da başta Leningard (yeniden Petersburg adı verilmiştir)
Hermitage müzesi olmak üzere değişik müzelere dağıtılmıştır. Türbe içinde yer
alan ve yedi ayrı metalin alaşımından dökülmüş olan iki ton ağırlığındaki ve
üçbin litre su alma kapasitesindeki döküm kazan bizzat Stalin’in emriyle 1934
yılında götürüldüğü bir sergiden getirilmeyerek Leningrad Hermitage müzesine
konmuştur. Son dönemde Kazakistan makamlarının gayreti ile türbeye ait tarihi
materyalin iadesi sağlanmış ve bu arada döküm kazan da 18 Eylül 1989 tarihinde
yeniden türbedeki yerini almıştır. Son birkaç yıl içinde sağlanan kolaylıklar
sonunda Ahmed Yesevi Türbesi’nin asli maksadına uygun bir ziyaretgah
olarak yeniden ihyası yolunda önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların
önemli bir kısmını oluşturan restorasyon çalışmalarını yerine getirmeği Türkiye
Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı taahhüt etmiş ve 1993 yılı başında Vakıflar Genel
Müdürlüğü restorasyon çalışmasını fiilen başlatmıştır. Yedi yıl sürdürülen
restorasyon nihayet 2000 yılı Ekim’inde sonlandırılarak T.C. ve Kazakistan
Devlet Başkanlarının da katıldığı resmi bir törenle ziyarete açılmıştır. Ölümünden 200 yıl sonra Emir Timur tarafından,
onun Yesi'deki mezarı üstüne mimarlık şaheseri bir türbe yaptırılmıştır; türbe,
cami ve Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile
fakir ve dervişler ile öğrencilere yemek verilen ve misafir edilen yer olan hangâh’tan ibaret Yesevî makamı, hem din hem
sanat âbidesi olarak, bugün de Türkistan'ın en kutsal ziyaret yerlerindendir.” (https://aalpozbalci.wordpress.com/yesevi/turbe/)
Timur'un kendisinin de yapının tasarımına katıldığı ileri
sürülmüştür: “Yapı düzeni dikdörtgendir,
ölçüleri 45,8 x 62,7 m ve 38,7 m yüksekliğindedir. Güney-doğu'dan kuzey-batı
doğrultusundadır. Yapı için kullanılan birincil malzeme harç (havan), alçı
ve kil
karışımından oluşan ateş tuğlası ile yapılmıştır. Duvarlar pişmiş kare tuğla ve
ganç harç (bir alçı türü) kullanımı ile inşa edilmiştir. Ziyaretçilerin girdiği
18,2 x 18,2 m boyutlu türbe ana girişi güneydoğudadır. Yesevî'nin mezarı
merkezî eksende binanın sonunda kuzeybatıda, lâhit bölümünün tam olarak
ortasında yer almaktadır ki, -iç kubbe 17,0 m ve dış kubbe 28,0 m yükseklikte
çift kubbeli yivli çatısı vardır. Kubbenin dışı, altın desenli altıgen
yeşil
sırlı çinilerle
kaplıdır. Hoca Ahmed Yesevi Türbesi'nin beden duvarlarında,
çıkıntı kuşağın hemen alt kısmında, batı cephesinin sağ köşesinden başlayıp,
kuzey ve doğu cephesinin sonuna kadar bir yazı kuşağında, Kur'an'nın
En'am
Suresinin 59. - 63. ayetlerinden, hadislerden ve ulu sözlerden seçilen iri sülüs
hatlarla
yazılmış yazıları içermektedir. Ana kubbenin sekizgen kasnağında, büyük kufi hatla çepeçevre
"el-Inâyetü lillâh, el-Ata lillâh"/İyilik
Allah içindir, bağış Allah içindir sözleri tekrarlanmaktadır. Ahmed Yesevi'nin
kabrinin bulunduğu bölümün üstüne isabet eden küçük kubbenin gövdesinde
çepeçevre, iri kufi
hatla, "el-Mülkü lillâh"/Mülk
Allah'ındır yazıları yer almaktadır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Hoca_Ahmed_Yesevi_T%C3%BCrbesi)
Türbedeki “Tunç Kazan”
Ahmet
Yesevî Türbesinin giriş kapısı, kapı kanadı süslemeleri ve giriş
Girilen
ilk mekânın panoramik bir görünüşü
Hoca
Ahmet Yesevî’yi ders verirken gösteren bir tablo
Hoca
Ahmet Yesevî’yi ders verirken gösteren bir tablo
Ahmet
Yesevî’nin çilehanede inzivaya çekildiği yer; giriş bir kafes kapakla örtülmüş
olduğundan inziva yerini görmek mümkün değil
Müritlerin
inziva için yer altına indikleri giriş yeri
Hoca Ahmed Yesevi'ye ait
olduğu ileri sürülen "Divan-ı Hikmet" adlı bir eser mevcuttur; ancak,
bu divanda toplanan “Hikmetler”in bir kısmı Ahmed Yesevi'nin olsa bile, zamanla
türlü Yesevî dervişlerine ait parçaların o kitapta toplandığı, dil ve anlatış
farklarından anlaşıldığı ileri sürülmektedir. En eski Divan-ı Hikmet yazmaları da
17. yüzyıldan önceye gitmemektedir. Divan-ı
Hikmet'e Yesevî tarikatı mensuplarının ortak eseri gözüyle bakılabileceği
belirtilmiştir.
Bilhassa Özbek ve Kazak Türkleri arasında tutunan ve
türlü kılıklar altında Türk dünyasına (Anadolu'ya da) yayılmış olan Yesevîlikte,
İslâmiyetin ve tasavvufun eski Türk boy ve soy gelenekleri ile sımsıkı
kaynaştığı, az da olsa Şamanlık ve Budizm'den bazı esintilerin tarikat kalıbına
döküldüğü görülmektedir. Dergâhta kadın ve erkeklerin birlikte zikretmeleri,
sığırların kurban edilmesi Yesevilikte yadırganan şeyler değildir. Ayrıca
kötülerin hayvan şekline sokulacağı, iyilerin türlü kuşlar biçimlerine girerek
uçacakları gibi bazı söylenti inanışlar da şüphesiz bazı eski kültürlerden
sızıp gelmiş olsa gerektir.
Ahmed Yesevî hem yüksek şahsiyeti, hem büyük teşkilatçılığı,
hem de Hikmetleri ile Türklük dünyasının her tarafına, dolaylı veya açık
tesirleri görülmüş âbide şahsiyetlerimizdendir.
Aşağıdaki hikmette, veli şairin hayatını ve samimi inancını
anlatmakta ve 63 yaşında ölen Peygamber Efendimizden daha fazla yaşamayı,
sevgisine aykırı bulduğu için o yaşta yer altına girişini hikâye etmektedir.
Benim Tanrım Kudret ile bir baktı
Mesut olup yer altına girdim işte
Garip kulun bu dünyadan geçti gitti
Sırdaş olup yer altına girdim işte.
Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum
Âşık olup, kınanarak candan geçtim
Ondan sonra "teklik" içkisinden bir damla tatdım.
Peygamber'e yoldaş olup yer altına girdim işte.
Yaşım altmış üçe yetti, bir gün yaşamamış gibiyim
Ah yazık! Tanrı'ya varmayan gönlüm kırık
Yeryüzünde "sultanım" diye ululanırken
Gamla dolup yer altına girdim işte.
Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak
Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım
Tanrı'ya kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde
Şebnem olup yer altına girdim işte.
Hoca
Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi
Yesevî Türbesine komşu alanda kurulmuş olan Hoca
Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi ise “Türkiye ve Kazakistan Cumhuriyetlerinin
uluslararası, özerk statüye sahip, ortak devlet üniversitesidir. Üniversitenin
temelleri, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan NAZARBAYEV'in 6 Haziran 1991
tarihli kararıyla, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından kısa bir süre önce
Türkistan Devlet Üniversitesi olarak atılmış ve üniversitenin temel görevi, “Orta Asya'nın tarihî ilim ve kültür merkezi olan Türkistan şehrini
kalkındırmak” olarak belirlenmiştir.
İki ülke hükümetleri arasında, “Türkistan Şehrinde Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Türk-Kazak
Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma” ise, 31 Ekim 1992'de Türk Dili
Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi'nde Ankara'da imzalanmıştır. Anlaşma,
TBMM tarafından 29 Nisan 1993 tarih 3904 sayılı Kanun ile onaylanmış ve Resmi
Gazete'nin 4 Mayıs 1993 tarih ve 21571 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
Ahmet Yesevî Üniversitesinde bugün 10 fakülte ve 1 yüksekokulda
12 binden fazla öğrenci öğrenim görmekte ve 900’ü aşkın akademik personel görev
yapmaktadır. Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara'daki binasında faaliyetlerini
sürdürmektedir. Aynı şekilde Türkiye
Türkçesiyle Uzaktan Eğitim Programları’nın (TÜRTEP) koordinasyonu da
Ankara'daki birimlerinden yürütülmektedir. (http://www.ayu.edu.tr/universitemiz).
Ahmet Yesevi Üniversitesine
geçerken yolun solunda Buzkaşi oyunu oynayan bir heykeller grubu
Üniversitenin yerleşim maketi
Üniversite Evi
Ahmet Yesevi Üniversitesi Kütüphane binası
Ahmet Yesevî Türbesini ziyaretten sonra grubumuz
Ahmet Yesevî Üniversitesi’ne geçmek üzere hareket etti. Böylece XVI.
Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi Kapsamında “Kuruluşunun 25. Yılında TURKSOY” özel
oturumuna da katılmış olacağız.
Ahmet Yesevi Üniversitesi Kültür Merkezi
Ahmet Yesevî
Üniversitesi’nin Türkistan Yerleşkesi’nde, kültür-sanat hizmetleri veren bir de
Kültür Merkezi bulunmaktadır. Merkezde bir de Kütüphane vardır: “Türkiye Cumhuriyeti tarafından inşa edilen
Kültür Merkezi’nde, 680 kişilik büyük salon, 200 kişilik küçük salon, komisyon
çalışmaları için 40 kişilik bir mini salon ile hediyelik eşya ve kitap satış
mağazası, Resimli Türk Halkları Tarihi Müzesi, bilgisayar salonu, dans salonu
ile bir kafeterya bulunmaktadır. Büyük salon, aynı anda dört dilde eşzamanlı
(simültane) tercüme imkânı, mültivizyon perdesi, yaka ve telsiz mikrofon
imkânları, ayrıca 450 metrekare çok amaçlı sahne, kongre, konser, müzik ve
tiyatro gösterileri için ideal bir ortam oluşturmaktadır. Kültür Merkezi’nde
160 metrekare kullanım alanlı her türlü sanat ve sergi faaliyetleri için “Sanat
Galerisi” bulunmaktadır.” (http://www.ayu.edu.tr/kulturmerkezi)
A.Y.Ü Kültür Merkezi Binası’nın girişi ve
girişte, TURKSOY’un kuruluşunun 25. Yılı münasebetiyle açılan sergi
1993 yılında
Azerbaycan, Kazakistan , Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin
Kültür Bakanlarının imzalamış olduğu anlaşma ile kurulmuş olan TURKSOY (Uluslararası Türk Kültür Teşkilâtı), Türk Halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini
güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya
tanıtmak için çalışmaktadır. TÜRKSOY’un 6 kurucu üye ve 8 gözlemci üye olmak
üzere toplan 14 üyesi bulunmaktadır. Kuruluş aşamasında adı “Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi”
olarak belirlenmiş olan bu kuruluş kısaca “TURKSOY” olarak tanınmış, sonrasında
alınan bir kararla adı “Uluslararası Türk
Kültürü Teşkilatı” olarak değiştirilmişse de “TURKSOY” kısaltması
kullanılmaya devam etmiştir. TÜRKSOY Genel Sekreterliği Türkiye’nin başkenti
Ankara’da bulunmaktadır. TÜRKSOY’un herhangi bir başka ülke yada şehirde
temsilciliği yoktur.
(https://www.turksoy.org/tr/turksoy/about)
TURKSOY
programı çerçevesinde Türkistan Valisi Prof. Dr. Janseyit Tüymebayev konuşmasını
yaparken ve günün hatırasına binaen plâketini alırken
Programın
yapıldığı alanda önce kuruluşunun 25. Yılında TURKSOY fotoğraf sergisi gezildi
ve bir tanıtım filmi seyredildi. Daha sonra Prof. Dr. Muhittin Şimşek’in
moderatörlüğünde Türkistan Valisi Prof. Dr. Janseyit Tüymebayev, TURKSOY Genel
Sekreteri Prof. Dusen Kaseyinov, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet
Başkanı Prof. Dr. Musa Yıldız, Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Bolatbek Abdrasilov’un katılımlarıyla bir panel icra edildi. Konuşmalardan
sonra çeşitli hediyeler takdim edildi ve valilik ile rektörlük arasında bir
protokol imza edildi. Daha sonra müzik ve yerel danslardan oluşan bir gösteri
izledik. Program sona erdikten sonra, aynı kompleksin içinde bulunan “Resimli Türk Dünyası Tarih Müzesi”
gezildi: Resimli Türk Dünyası Tarih Müzesi
306 metrekarelik resim yüzeyine sahip, yuvarlak kubbeli bir salondan ibarettir.
Salonun bu özelliği, tüm dünyaya yayılan Türk halklarının günümüze kadar olan
tarihini bir bütün olarak resimli bir panorama şeklinde seyretmemize imkân
sağlamaktadır. Türk halklarının milli kıyafetlerinden; Azerbaycan, Kazak,
Türkiye, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak, Saha, Tuva, Tatar, Başkurt, Altay,
Gagauz, Uygur, Çuvaş, Dağıstan halklarının giyim kuşamlarından örnekler, müzede
sergilenmektedir.
Konuşmalar
sonrası verilen konser
Kültür Merkezi’nde bulunan müzenin girişi; iki tarafta
Kazakistan ve Türk bayrağı ve Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev
ile Mustafa Kemal Atatürk’ün büstleri
bulunmakta
Aşağıda müzenin panoramik anlatımını fotoğraflar ile vermeye çalıştım:
Türk
tarihinin mitolojik devirlerinden itibaren bir başlayan anlatım Orta Asya’da
ilk siyasî hâkimiyetlerle devam ediyor; İslâmiyetle temas Hunlar, Göktürkler ve
İslâmiyet ile temas, Seçuklular ve Osmanlılar dönemi. Osmanlı Türklerinin
yükselişi ve ilim, sanat ve tasavvufî hareketlere işaretler ve panoramik
anlatım Türk devletlerinin soy ağacı, Mustafa Kemal Atatürk ve Nursultan
Nazarbayev ile son buluyor.
Ahmet
Yesevî Külliyesi Etnografya Müzesi:
Ahmet
Yesevî Türbesi’nin ana giriş yollarının başlangıcında bir etnoğrafya müzesi
görmüştük; şimdi oraya yöneliyoruz:
Müzenin girişinde bulunan büyük çadır (yurd)
ve içinden görünüş
Müzenin üst katında yeni Türkistan şehrinin kuruluş projeleri
hakkında
Vali Prof. Dr. Janseyit Tüymebayev’in açıklamalarını dinliyoruz.
Sayram’a yolculuk
6
Eylül sabahı Sayram’a doğru yola çıktık: Sayram/ Saryam/ Saryom kenti, Çimkent/ Şımkent şehri sınırları içinde
kalan Siri Derya
(Seyhun) havzasında
Kazakistan'nın
güney doğusunda Sayram Su nehri kıyısında ve aynı isimdeki Sayram Su dağlarının
yamaçında yerleşik olan ülkenin en eski bir tarihî şehri ve önemli bir ticaret
merkezidir. Kazakistan'da ilk caminin burada yapıldığı ileri sürülmektedir.
İslamiyet inancı Sayram'a ve onun yakınındaki şehirlere, önceden Müslüman olmuş güneydeki ülkelerden, Arap ve Arapça konuşan Müslüman askerler tarafından getirilmiştir. Sayram ahalisi İslâm dinini benimsedikten sonra, bölgede İslâmiyet’in yayılmasında önderlik yaptığı ileri sürülen İshak Baba'nın yaptırdığı ilk camide Cuma namazı kılınmıştır; Araplar ise kente sonra “İsbicâb” (İsfijab) adını vermişlerdir. Günümüze kadar ulaşan “Nasabname” adındaki bir el yazmasında, İshak Baba komutasındaki Müslüman savaşçıların Sayram'a nasıl geldiği anlatılmıştır.
Hoca Ahmet Yesevî’nin doğum yeri de Sayram idi; şimdi biz onun babasının ve annesinin mezarlarını ziyaret edeceğiz.
Şeyh İbrahim Türbesi:
Hoca Ahmet Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim Ata’nın türbesinin
giriş çevresi ve duvarla çevrili türbe alanına giriş kapısı ve Şeyh İbrahim Ata’nın mezarı
Hoca Ahmet Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim Ata, hizmetleri,
menkıbeleri ve kerametleriyle halk arasında tanınan, herkesin kendisine sevgi
ve saygı duyduğu bir kişi idi. Hoca Ahmet Yesevî dünyaya geldikten birkaç sene
sonra annesi vefat etmiş olduğundan, onun çocukluk dönemindeki eğitimi ve
öğretimiyle babası Şeyh İbrahim Ata meşgul olmuştu. Ahmet Yesevî altı yaşında
iken de Şeyh İbrahim Ata vefat etmiştir.
Şeyh İbrahim Ata, vefat etmeden evvel oğlunu ablası Gevher
Şehnaz Hatun’a emanet eder ve vefatında birkaç gün önce de kızına şu nasihatte
ve vasiyette bulunmuştur: “Kızcağızım…
Gönlümüze gelen o hoşluktur ki Allah’ın bize bu dünyada bağışladığı ömrün son
günlerindeyiz. Kardeşin Ahmed’e sahip çıkasın, onu yalnız bırakmayasın… Bilesin
ki Allah ona velayet makamından büyük bir ikram verecek. Ümidim odur ki Ahmet
kendi zamanının en büyük velilerinden olacak. Dergâhımda bağlı duran bir sofra
bulunur. Ahmet o sofrayı açtığında, anla ki Ahmed’in meydana çıkma günü
gelmiştir. Bu sözlerim sana vasiyetim ve nasihatimdir.” ( http://www.evliyalar.net/ibrahim-ata/)
Karaşaş
Ana’yı ziyaret:
Hoca
Ahmet Yesevî’nin annesi Ayşe Hanım için inşa edilen türbe (XIII.-XIV. yüzyıllar)
halk arasında “Karaşaş Ana” olarak
bilinir. Karaşaş Ana , Hoca Ahmet Yesevî 1-2 yaşlarında iken vefat etmişti.
Türbesi yan yana iki cephesinin taç kapı anlayışıyla yükseltilmesiyle, diğer
yapılardan farklılaşır. Türbeyi örten yüksek kubbe, alttaki sekizgen , üstteki
silindirik formlu iki kasnakla yükseltilmiştir. Türbe bugün şehrin orta yerinde,
trafiğin ve keşmekeşin içinde kalmış görünüyor.
“Karaşaş Ana Türbesi”nin genel görünüşü, türbe önündeki tanıtıcı levha ve Karaşaş
Ana’nın mezarından görünüş
Arslan Baba
Türbesi:
Arslan Baba, (Özbekçe:
Arslon Bob, Arslon Bobo, Arslon Xo'ja) Ahmed Yesevi'nin
ilk hocasıdır. Arslan Baba'nın doğum ve vefat tarihleri hakkında kaynaklarda
bilgi yoktur. Aslen Türk olup Taşkent'li
olduğu da rivayet edilmektedir. Ahmet Yesevi'nin geleceği hakkında aldığı
işaret üzerine Türkistan'a gitmiş, uzun yıllar orada
yaşadıktan sonra Ahmet Yesevî'yi bulup ilim öğretmiştir. Yesevî menkıbelerine göre siyah ırktan olan Arslan
Baba ashabın büyüklerinden olup dört yüz veya yedi yüz yıl yaşamıştır. İki ayrı
rivayete göre, sahâbîler bir gazâ sırasında veya Arslan Baba’nın evindeki bir
toplantıda acıkırlar. Bu arada Hz. Peygamber’in duasıyla Cibrîl cennetten bir
tabak hurma getirir. Hurmalardan biri yere düşünce Cibrîl o hurmanın ileride
doğacak Ahmed Yesevî’nin kısmeti olduğunu söyler. O zaman Hz. Peygamber
ashabına, “Bu hurmayı Yesevî’ye kim
ulaştıracak?” diye sorar. Göreve Arslan Baba tâlip olur ve Hz. Peygamber hurmayı
onun ağzına koyar. Arslan Baba nice yüzyıl sonra Türkistan’ın Sayram şehrinde
henüz yetim kalan yedi yaşındaki Ahmed Yesevî’yi bulup emaneti ona teslim eder.
Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber’in verdiği bir hırkayı da ona giydirir.
Ayrıca Yesevî’ye “binbir zikir”
telkin eder ve biraz sonra öleceğini bildirerek cenaze namazını kıldırmasını
emreder (https://islamansiklopedisi.org.tr/arslan-baba)
Arslan Baba, rivayete göre; Hz. Muhammed'in emanet ettiği hurmayı Ahmet
Yesevi'ye ulaştırmak görevini üstlenmiştir. Divan-ı
Hikmet'te bu hadise şöyle dile getirilir:
"Yedi yaşta Arslan Bab'a selâm verdim,
Hak Mustafa emanetini lütfedin dedim,
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim,
Nefsim ölüp lâ- mekâna yükseldim işte."
Bir rivayete göre de Hz. Muhammed'in verdiği hırkayı
giydirir. Ayrıca ona bin bir zikir telkin eder. Bu olaydan bir süre sonra da
vefat eder. Yesevî, Aslan Baba'nın vefatından sonra, onun son işaretine uyarak Buhara'ya
gidip dönemin ünlü bilgin ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf Hemedanî’ye
bağlanır.
Arslan
Baba’nın nerede gömülü olduğu kesin olarak belli değildir. Bazı kaynaklarda
Otrar’da, bazılarında ise Ahmed Yesevî’nin Yesi’deki (Türkistan) türbesinde
medfun olduğu söylenmektedir. Başka bir rivayete göre Kırgızistan’ın Oş şehrine
yakın Bazar Kurgan bölgesindeki Arslan Baba Türbesi onundur. 1964’de Kazak
Komünist Partisi’nin emriyle yıktırılan bu türbenin yeri bugün de halk
tarafından ziyaret edilmektedir.
Arslan Baba Türbesi'nin genel görünüşü
İnanışa göre Hoca Ahmet
Yesevî’nin türbesini ziyaret etmeden önce onun hocası Arslan Baba’nın makamını
ziyaret etmek gerekiyor imiş; bu hassasiyet,
menkıbelerle nakledilen sözlü rivayetlerin halk bilincinde nasıl yer edip kök
saldığının somut bir örneğidir. Bu hassas davranışın gerekçesini yansıtan
rivayet, Arslan Baba’nın türbesinin yapımını da Hoca Ahmet Yesevî’nin şu
kerâmetine dayandırır: “Emîr Timur, manevî yönden saygı
duyduğu Ahmed Yesevî’nin makâmı üzerinde şanına lâyık bir türbe yaptırmaya
niyet eder. Yesi’deki Ahmed Yesevi kabri odak alınarak yapılmağa başlanan
türbenin temelleri üzerinde duvarları yükseltilmeğe başlandığında garîb bir
durum ortaya çıkar. Duvar ustaları temeller üzerine ördüğü tuğla duvarlar her
gece yerle bir olmaktadır. Bu yüzden ertesi gün duvar yapımına yeniden sıfırdan
başlanması gerekmektedir. Bu durumun türbe inşaatını olumsuz etkileyeceğini ve
tamamlanmasının gecikmesi nedeni ile Emîr Timur’un gazabına uğrayacaklarından
korkan ustalar çaresiz kalınca geceleri duvarların nasıl yıkıldığını anlamak
için bir gece pusuya yatarlar. Gece karanlığı çökünce iri bir beyaz bir öküzün
aniden belirerek boynuz darbeleri ile yükseltilen duvarları yere indirdiğini
görerek şaşırırlar. Bunun sebebinin ne olacağını danıştıkları bir velî, Arslan Baba kabri imar edilmeden kendi kabri
üzerinde türbe inşa edilmesine Hazret Sultan Yesevî’nin râzı olmadığını söyler.
Bu sırada Emîr Timur da bir gece rüyasında Ahmed Yesevî’ye türbe yaptırmasından
önce mürşîdi Arslan Baba’nın türbesini inşa ettirmesi ve daha sonra Yesevî
külliyesi inşaatının sürdürülmesi gerektiği bildirilir. Bu durum üzerine Emîr
Timur önce Arslan Baba türbe yapılmasını ve sonrasında Ahmed Yesevî külliyesi
inşaatına devam edilmesi emrini verir.”
Emir Timur
tarafından inşa ettirildikten sonra tabii etkilerle yıpranan Arslan Baba
Türbesi, Kazak hanları tarafından tamir ettirilmiştir: “Uzun, yatık dikdörtgen
biçimli ön cephenin köşelerinde birer minare, tam ortasında yüksek eyvan kemeri
bulunur. Eyvanın sol tarafında görülen yüksek nispetli iki kubbenin bulunduğu
bölüm türbedir. Diğer tarafta mescit kısmı yer alır. Ön cephe binanın ana
kütlesinden daha yüksek yapılmıştır. Cepheyi dikdörtgen kartuşlar ve kabartma
çerçevelerle meydana gelen bant kuşatır. Köşe minarelerinin kubbeli şerefe
kısımları, bu bandın üzerinden yükselir. Soldaki minarenin kemerli şerefe
açıklıkları tuğla ile örüldüğünden kule görünümündedir. Derin giriş eyvanı, iki
yanındaki çıkıntılı duvarların üzerindeki küçük kuleciklerle ve alınlık
anlayışında kemer ile süslenir. Planda ve cephede kütleyi ikiye ayıran eyvan,
toplanma ve dağılma alanı olarak düzenlenmiştir. Türbeye ve mescite eyvanın iki
yan duvarındaki kapılardan ulaşılır. Türbe iki mekânlıdır; arka odada Arslan
Baba’nın çok büyük lahdi bulunur (Orta Asya’da Emîr Timur’un lahdi bile insan
boyundan kısa olduğu halde bu lahit 4 metredir.) Duvarlar modüler kemerlerle
ayrılmış olup başkaca tezyini yoktur. Türbe i şerifte Arslan Baba’nın ayak
ucunda yatan üç dervişin isimleri ise; Şir Mambet, Karılgaç Bab, Laçın Bab yani
sırasıyla Arslan Muhammed , Kırlangıç Baba , Şahin Baba.” (http://www.evliyalar.net/arslan-baba/#prettyPhoto)
Arslan Baba Türbesi, duvarındaki kitabe ve Arslan Baba Türbesi’nin
giriş eyvanı; sağ taraf mescit, sol taraf türbe giriş kapılarıdır
Mescidin içi
Arslan Baba’nın yetiştirdiği, vefatından sonra bir müddet dergâhının
hizmetini üstlenen müridlerinden bazıları da mürşidleriyle aynı makama
defnedilmiştir. Dışarıda kutsal suyu olduğu inanılan su kuyusu bulunmaktadır.
Türbenin çevresindeki yapılar onarılmakta ve çevre düzenleme çalışmaları
sürdürülmektedir...
Bu bilgiler tamamen efsanevî olmakla birlikte Arslan Baba’nın gerçekten
yaşamış tarihî bir şahsiyet olması da mümkündür. Fuad Köprülü Arslan Baba’nın,
Ahmed Yesevî’nin babası Şeyh İbrâhim’in kardeşi olabileceğini söyler. Ahmed
Yesevî’nin baş halifesi Mansûr Ata’nın, Arslan Baba’nın oğlu olduğu konusunda
ise bütün kaynaklar birleşmektedir. Onun, Yesevî’den başka bir de Sûfî Muhammed
Dânişmend adlı birini yetiştirdiği kaydedilmektedir. “Müzekkir-i Ahbâb”
müellifi Hasan-ı Nisârî ile Nakşibendiyye ve Yeseviyye tarikatları hakkında
birkaç değerli eser yazan Hâzinî de kendilerinin Arslan Baba’nın soyundan olduklarını
ileri sürmüşlerdir.
(Devam edecek)