Stratejik politikalar, stratejik adımlar, stratejik görüş, stratejik derinlik v.s, gibi kavramlar vazgeçilmeyen ana hedefleri tanımlar. Bu hedefler veya politikalar doğrultusunda taktik adımlar atılabilir; zaman zaman geri adım atılmış olmasıstratejik hedeften vazgeçildiği anlamına gelmez.
Uluslararasıpolitikalarda da stratejik hedefler vardır; sözgelişi, Batı’lı güçlerin Osmanlı-Türk devletine yönelttikleri “Hasta Adam” politikası gibi.. Bu politika doğrultusunda zaman zaman Osmanlı ile ittifaklar yapılmış, toprak bütünlüğü için teminatlar verilmiştir. Bu tutumlar gerçeği yansıtmaz.. Zamanı geldiğinde stratejik politika doğrultusunda hamle yapılacaktır. Nitekim, 19. Yüzyıldan itibaren Batı’nın stratejik hedefi olan Türkleri Balkanlar’dan atmak politikası Balkanlıhalkların eliyle icra edilmiştir. Bir taraftan milliyetçilik politikalarıyla Balkan halkları desteklenmiş desteklenmiş, diğer taraftan Osmanlı bir çağdaşlaşma ve borçlandırma politikalarıyla baskı altına alınmış, askerî bakımdan yalnızlaştırılmış ve bu politika gerçekleştirilmiştir. I. Dünya Savaşı’yla da stratejik hedefe ulaşıldığı düşünülmüştür; stratejik hedef Türklerin Anadolu’dan sürülmesi ve Sevr görüşmelerinde dile getirildiği üzere “sonsuza kadar Avrupa’dan kovulması”şeklinde telâffuz edilmiştir.
Türkiye’nin, Cumhuriyet’ten bu yana stratejik hedefi Bat medeniyetiyle bütünleşmek olmuştur; barış içinde kalkınmak, müreffeh olmak için Türkiye’nin siyasal hedefi AB’ye girmek olmuştur. AB’nin stratejik hedefi de, Türkiye’yi içine alacaksa, Lozan’da yarım kalan ve Lozan’dan bu yana olan sorunları (Kıbrıs, göç eden azınlıklarla ilgili sorunlar) çözmek olmuştur.
Şimdi, Lozan’da tartışılıp da Müttefikler’in (İngiltere, Fransa, İtalya ve gözlemci olarak ABD) istediği gibi çözülemeyen sorunların gündeme geldiğini görüyoruz; azınlık tanımı, azınlıkların hakları ve bu hakların güvence altına alınmasımeselesi, Kürtler’e ve Ermeniler’e “Ulusal Yurt” temini, bu yurdun nerede olacağı, yerel yetkilerin ne olacağı, yerel yetkilerin ne olacağıve yeni Türkiye devleti’nin (Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin) bu alanlardaki hâkimiyet haklarının nasıl düzenleneceği gibi. Bu hususlarda, Lozan zabıtlarını okumak yeterlidir; o zaman bugünkü olayların hiç sürpriz yanının olmadığı anlaşılacaktır. İşi bu olan siyasîlerin niye konuyu kökten tartışmadıkları veya bu politikaları niye teşhir etmedikleri anlaşılamamaktadır.
Görülen o ki, siyasîler “yumurtayı çatlatma”stratejisi izlemektedirler:Batı’nın stratejil hedefleri doğrultusunda ve fakat Türkiye’nin varlığıyla çatışan konularda ortaya bir politik söylem atılıyor. Bakalım ne diyecekler? Bakalım tepki ne olacak? Yani, “yumurtanın kabuğu çatladıktan sonra kırılma süresine kadar kenardan izlemek..”. Demiyorlar mı ki, 3-5 yıl öncesine kadar telâffuz edemediğimiz kelimeleri, tartışamadığımız siyasî talepleri şimdi her gün herkes her ortamda söylüyor..
Küreselleşme ve çağdaşlaşma adına yürütülen sosyal mozaik politikaları yumurtanın kabuğunu çatlatma stratejisinin sonuçlarıdır; Artık etnik veya dinsel / mezhebî kimliğe verilen önem, ortak kimliğe ve ortak değerlere verilen önemi geçmiştir. Bundan sonrası artık bölgeye, aşirete, dine, mezhebe, ırka göre bir kimlik kazanmaya gelmiştir!
Cumhuriyet’le beraber ortaya konan millî toplum / tek millet / tek kader projesine karşı, adeta Osmanlı’nın dağılmasıyla ortaya çıkan çok parçalı toplum yapısına “etnik hüviyet kazandırma” stratejisi uygulanmaktadır. Ama ne olursa olsun, bu tartışmalar toplumu yaralamıştır, yabancılaşmayı tahrik etmiştir; işte bu, yumurtanın kabuğunu çatlatma stratejisidir.
Mâlum ifade ile,“taşlar yerinden oynamış” ve yumurtanın kabuğu çatlatılmıştır. Artık ülkenin ve toplumun enerjisi boşaltılmakta, âdeta tâkatının kesilmesi, dayanma güçlerinin tükenmesi sürecine girilmiştir.
No comments:
Post a Comment